AYRILMA VAKTİ
AYRILMA VAKTİ
Bir gece vakti bir kitabın içinden bir hayali çekerek yazarın hayalinin içine kendi hayalimi yerleştirmiştim. Dan Millman ile bilge bir kadını dağların eteğine kurulu olan kulübelerinden alıp bir başka dağın eteğine kurduğum kulübeye taşımak benim için büyük zevkti. Dağlar bana, ben ruhun evrensel yasaları üzerine bir araya gelen bu iki insana tanıklık ediyordum. Hayalime konuk olduklarından beri her söyleneni dikkatle dinliyor, her yapılan davranışı dört gözle izliyordum. ikisi ile birlikte kalkıyor onlar uyurken öğrendiklerimi hazmetmek için uykusuz geceler geçiriyordum. Kalbimin atışı değişmişti. Bu konukluk beni harekete geçirmişti. Parmaklarım kalemle, kalemim sayfalarla,yazdıklarım ise tanıdığım tanımadığım insanlarla buluşmaya başlamıştı. Çok heyecanlıydım çok. Eyleme geçmek, görünür olmak benim için korkutucu olsa da avare bir yolcu olarak attığım adımlara bir yenisini eklemenin hazzına da diyecek yoktu. Bilge kadın dinginliğini yazara heyecanı ve hareketi bana vermiş gibiydi. Zihnimin içi hareket halinde sil baştan her söyleneni dinliyor, izliyor, gözlemleyip anlamaya çalışıyordum. Kaç gün kaç gece oldu birlikteliğimiz. Bilmiyorum. Zamanın durduğu ve çarçabuk geçtiği zamanlar vardır ya işte öyle bir hal içindeyim. Bilge kadın ile yazarın bana konukluğu harika ötesi. Zamanın sular gibi aktığı bir başka sabaha. Güne ayıyoruz birlikte.
Bilge
kadın bahçesinden topladığı yeşillikleri berrak mı berrak akan bir çeşmede
yıkıyor güzelce. Sonra elinde tuttuğu yeşillikleri sağa sola sallayarak biriken
fazlalık su damlacıklarından arındırıyor. Göğe doğru uzanan çam
ağaçlarının altında dökülen kozalaklardan alması için yazara işaret ediyor
eli ile. Ardından kahvaltılık olarak sofraya yerleştirdiği kocaman
bir tabağın ortasına oturttuğu peynir ve sebzelerin yanına elindeki
yeşillikleri yerleştiriyor itinayla. Mis gibi kokuyor. Sebzeler ve yeşillikler.
Sanki bütün hazırlıklar benim içinmiş gibi hissediyorum. Heyecandan bir şey
yemediğimi düşünüyorum. Yedim mi yemedim mi? ikilemine düşüyorum bir an.
Yediysem de karın tokluğuna olduğu için fark etmemişim demek ki diye kendimi
avutuyorum. Keşke beni de davet etse” Gel otur dese sofraya."
Yuvarlak ceviz ağacından yapılmış tahta üzerine kurulmuş sofraya yanaşsam fark
eder mi acaba? demeye kalmadan gel otur diyor. Üstüme alınıp tam kalkacakken
köşemden çağrılanın ben değil yazar olduğunu anlıyorum. Davet üzerine
yazar taburesi ile yanaşıyor sofraya. Elinde tuttuğu çam kozalağı ile
oynuyor. Bilge kadın demli çayı dolduruyor ince belli bardaklara. Dumanı
tütüyor çayın. Yudum yudum içilen çaya köy peyniri ile mis kokulu sebzeler
ıslık çalan rüzgârın sesi eşlik ediyor. Kahvaltı değil bu. Sanki
seremoni. Köyümüz geliyor aklıma. Mutfağa açılan kapının sağ girişine
kurulu eski bir kuzine. Üzerinde fokur fokur kaynayan çaydanlık.
Bir an çaydanlığın sesi kulaklarımda çınlıyor. Bakır tepsi üstüne yerleştirilen
taze yağ ve çökelek. Kuzine içinde ısıtılan mayalı ekmekler. Dedem, ninem,
annem ve biz çocuklar. Birde korkulu rüyam sarı renkli kedi. Kuyruğunu sağdan
soldan sallayıp kendinden emin bir tavırla sırnaşırdı ailedeki herkese.
Leman teyzenin doğuran kedisinin minik yavruları divan üstünde sallanan
bacaklarımı tırmaladığı o günden beri kedilerle aram mesafeli. Li po'nun
sesiyle irkiliyorum daldığım düşten.
Bütünlük yasasını anlatıyor yazara. Aslında hepimiz bir ve bütünüz diyor. Çocukluğumdan tanıklığa geçinceye kadar neleri kaçırdım acaba düşünmeden geçemiyorum. Bilge kadına söylesem tekrarı eder mi? acaba. Söylenenleri dinliyorum. Birlik ve bütünlük kavramına değinirken "Bütünlük Yasası ikimiz için bazı zorlukları da beraberinde getiriyor. Çünkü bu yasa aşkın doğası gereği yüksek bir farkındalıkla kavranabilir. Bu nedenle, önce zihnine hitap etmeye çalışacağım. Ama sözlerim sadece tohumlardır. Bu tohumlar yüreğine ulaşıp çiçeğini açtığında, bu yasa hayatını sonsuza dek dönüştürebilir. Bütünlük Yasası, göründüğümüz gibi ayrı varlıklar olmadığımızın büyük anlayışıdır. Hepimizin gerçekte TEK VARLIK, TEK BİLİNÇ olduğumuzun en geniş kavranışı. Yazar bunun günlük hayatla ne ilgisi olduğunu soruyor. Bilge kadın "Her birimizin ayrı bedeni, zihni ve duyguları var. Eğer bir şey düşünüyorsam, bu düşünce aynı zamanda senin zihninde de belirmez. Ben bir duyguyu yaşarken sen hiç de benim gibi hissetmezsin. Ben dizimi yaraladığımda sen dizimin acısını hissedemezsin. Bütünlük Yasası bir paradokstur. Farkındalığımızın boyutuna göre hem doğru hem yanlıştır. Gündelik bilgi bize ayrı olduğumuzu söyler. Yüksek Bilinç ise, Bir olduğumuzu. Algı açısının değişmesi bize aynı bilincin farklı bedenlerde ifadesi olduğumuzu gösterir. Tıpkı tüm yaprakların aynı ağacın parçası olduğu gibi. İnsanlık bu yüksek gerçeği görmeyi unutuyor. Bunun yerine, farklılıklarımıza, ayrılıklarımıza odaklanıyor. Ama sen yüksek gerçeği hatırlayacaksın değil mi gezgin?" En azından ilk adımı attık. Yazar "Anlamasam da bunu unutmayacağım." diyor. Yazarın elindeki kozalağı göstererek "Bu kozalağı incelersek, ' tek' bir kozalak deriz. Oysa milyonlarca hücrelerden, moleküllerden ve atomlardan oluşmuştur. Mini minnacık atoma 'tek' bir atom deriz; oysa o da birçok parçacıktan oluşmuştur. Dünyayı incelediğimizde 'tek' bir dünya deriz; oysa dünya gerçekte toprak, hava, ateş ve sudan, milyonlarca türden, milyarlarca canlı varlıktan, trilyonlarca atomdan oluşmuştur. O zaman bir kozalak, bir atom ya da dünya 'tek' mi, 'çok' mu? Peki insanlık nedir?" o an. Mevlâna’nın sözü geliyor aklıma. " Ben, sen yok olunca bütün oluruz. Bütün yok olunca sadece o kalır." Büyük gerçek, büyük anlayışı farklı yerlerde farklı zamanlarda farklı kişilerce aynı şekilde tanımlanmasına ne demeli. Tüm inanç kalıplarım alt üst oluyor bir anda. Bir uyanış yaşıyorum anın içinde. Kim bilir kaç bilge vardır bu dünyada. Li po gibi. Ayrılma vakti geliyor. Vedalaşmalardan hoşlanmayan ben uzaktan seyrediyorum ikisini. Dan Millman'a dönerek "Bir gün seninle bu tanışmayı kutlayacağız." Başı ile onaylıyor sanki beni. Onların sözlere dökemedikleri özlemlerini hissediyorum. "Sana nasıl teşekkür edebilirim?" diye soruyor yazar. "Yasaları yaşa'. diyor bilge kadın. "Seni asla unutmayacağım." diyor yazar. "Yasaları hatırladığında, beni de hatırlamış olursun." diye cevap veriyor. Bende ikinizi unutmayacağım diyorum. Li Po yazarı yolcularken “Beni bekleyenler var sırada Gezgin” deyip gözden kayboluyor birden. Bu kayboluşun ardından. Li po sırada ben varım diye sesleniyorum ardından. "Aş pişen mutfağıma, hayalime, kulübeme, kalbime hoş geldiniz". diye yüksek sesle bağırıyorum. İkisine. Sesim dağda yankılanıp bana dönüyor. Hoşgeldinizzzzzzzzz….
10.02.2024
Günay Akbayın Yiğit
Yorumlar