PARMAKLARIN GEZİNTİSİ...
Bir kaç gündür kelimelerle olan gezintime ara vermek beni müthiş derecede rahatsız ediyor. Gecenin bir vakti "Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır." sözüne istinaden bir kupa kahve eşliğinde kelimeleri ve dostları oturtuyorum soframa. Bir yudum kahve, garip bir huzursuzluk hali içinde debeleniyorum anda. Bendeki rahatsızlığı fark etmiş olmalı anahtar deliğinden bal renkli bir göz, meraklı bakışlarla gözetliyor beni gecenin içinde. Benim de bakışlarım onun dilinden ve yüreğinden kopacak kelimelere takılıyor anda. Sesleniyor bana . "Ey avare yolcu! Dağların jokeri! Birazcık uyanık ol ardında, arkanda gıybet yapanlar, hakkında konuşanlar var. Yoksa sen misin gıybet yapıp vıdı vıdı konuşan? Eğer sensen bakışlarını kendi hayatına çevir." diye tatlı sert bir yerden uyarıyor senle birlikte beni." Hangi konuda onaylanma ve kabul görme içindesin?" diye de soruyor ardından. Ardımdan gıybet yapanlar yapsın o onların sorunu da benim derdim kendimle be hocam. Gıybet ile ilgili kısmı üzerime alınıyorum hemen. Dersini çalışmadan derse katılan muzip çocuklar gibi bakışlarımın bir kısmı yerde, bir kısmı bal rengi gözlerde utanarak bakıyorum Gül Kokulu Kadına. Bir mazeret uydurup," Hocam babam hastaydı dersimi çalışmadım." diyesim var utangaçlıkla muziplik arasında yakalanmış olduğum gözetleme anahtar deliğinden. Oysa çalışmıştım ben bu derse. Onaylanma ve kabul konusunda ihtisas yapmasam da irdeledim kendimi, kazıdım inançlarımı epeyce. Şimdi oldu mu ? Böyle. Çalıştığım ve bildiğim yerden kaldım sınıfta. Bütünlemeye veririm inşallah deyip teselli ediyorum bendenizi. Olağanüstü bir zaman dilimi içinde kıvranırken, kelimelerle gezinemeyen parmaklarım ağlıyor resmen, gökyüzündeki bulutlar gibi puslu, sisli, belirsiz. Kelimeler dökülmese beyaz sayfaya, bir gün, bir gece, parmaklarım gezintisine ara verse, kıyamet mi kopar be arkadaş! Bu debelenme halini sen gözden kaçırsan bile Gül Kokulu Kadından kaçar mı? Valla hocam bu kadar debelenmemin sebebi gıybetten değil. Görünür olmak için kendime çevirdiğim gözlerde saklıymış meğer. Kısa ve net. "Kim görmedi seni zamanında? Annen mi baban mı? Kim kabul vermedi bu dünyaya gelişine? Bunları derince kazımak boynumun borcu olsun ama şimdi sırası değil babamın deyimi ile vallahi de billahi de yemin ederim ki babam hasta. Bağışla öğretmenim dersime yeterince çalışmayıp finalde veremediğim dersler için. Söz veriyorum sana ve kelimelerle gezintiye çıkmak isteyen parmaklarıma. Artık sorumluluklarımı alıp potansiyelimin gelişmesi için o çocuksu halden çıkıp büyümek için kendimi gerçekleştireceğim. Hayat deneme yanılmalar üzerine kurulu nede olsa. Bir gün elbet bende büyürüm. Ardıma attığım bakışı yüzüme oturturum. Özü, sözü bir olup ardından değil hakikat içinde yüz yüze konuşurum inşallah. Gün gelir onay ve kabul görme isteği görmeden bakışımız çevrilir başkasından kendimize. Çok mu yerdim be hocam ben kendimi ? sorusunu yöneltirken Don Miguel Ruiz destekliyor anında yaşam içinde gezinen bir avare yolcuyu. Tüm medeniyetler boyunca yaşamı bir sanat gibi algılayan, bir sanatçı gibi yaşamı nakış nakış işleyen biri olmak istiyorsan, bilgeliğe varmaksa niyetin, ilk önce kendini tanımakla yola koyulmalısın. "Kendini tanı. Kendini." Sen kimsin, bu dünyaya hangi amaçla geldin? Niyetin ne ? Düşüncen ne ? Hangi duyguyla yol alıyorsun adımladığın yolda? Kendini tanı. Kendini. Sen kimsin ne istiyorsun yaşamdan. Mevlana'm , pirim sayfanın ve sohbetin son yudum kahvesi biterken noktayı koyuyor. " Kendini bilen rabbini bilir.". Umarım bir gün bende kendimi tanıma fırsatı bulur, Hakk'ı bilirim. Kendimizi tanımak, kendimizi bilmek yaşam içindeki en büyük dersimiz ve sınavımız olsa gerek...
16.09.2024
Günay AKBAYIN YİĞİT
Sevgi, Şifa ve Aşk'la
Kendimizi tanıma ve bilme yolculuğunda sevgi ile adımlayabilmeye niyet ve niyazla...
Namaste
Yorumlar