13 NUMARALI KOLTUK...
Edip gördüğü rüyanın etkisiyle sarsıla sarsıla ağlıyordu. Gördüğü sadece bir rüyadan ibaret olsa da etkisinde kalmıştı. O ses ninesine aitti sanki yan odadan sesleniyordu kendisine. "Ağlama oğul bu bir rüya." Odanın kapısını bir el aralayıp sesi ile gördüğü rüya arasına bent çekmişti sanki. Ama nenesini başucunda asılı fotoğrafta bulunan meşe ağacının baktığı mezarlığa dört yıl önce sonbaharda gömmüştü. Dile kolay dört koca yıl. Cenaze törenine köyde bulunan bir kaç yaşlı ile şehirden getirdiği hoca, birde Edip katılmıştı. Köy yerinde kimsecikler kalmamıştı. Kimisi yurt dışına, kimisi yurtiçine göç etmişlerdi. Ninesi köyde doğan bir çok çocuğun ebesiydi oysa. Doğumuna şahitlik ettiği çocuklar toplansa kocaman bir topluluk olurdu bu son yolculukta. Hakkını helal edenlerin sayısı az olunca yüreği incindi bizim Edip'in. Cenaze töreninden sonra üstüne düşen her ne varsa yapıp kilidi vurdu ninesinin binlerce kez açıp kapattığı kapıya. Kapıyı ninesinin elinden öpermiş gibi öpüp Allah'a emanet ettikten sonra elindeki valizi alıp yola düştü Edip. Taşı toprağı altın sayılan insanların umutla yola düştüğü İstanbul'a. İstanbul bir çok medeniyete, kültüre. zenginine, fakirine, hırlısına, hırsızına çeşit çeşit insana ev sahipliği yapmış kadim bir şehirdi. Genelde iki yakasını bir araya getirmekte zorlananlar yol alırdı boğaz tokluğu uğruna bu şehre. Batı ile doğu arasında köprü görevi gören bu şehir boğazları ile ün salmıştı dünyaya. Ama Edip'in sözü vardı ninesine. Okuyup büyük adam olacak ninesinin koltukları kabartacaktı. Bu sebeple İstanbul'a yol almıştı. Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik bölümünü kazanmıştı. Önüne gelene anlatıyordu torununu. Gururundan yere göğe sığmıyordu o yaşlı hali ile. Büyük adam olmadan ninesini kara toprağa verince, ninesini muradına erdirememenin hüznü ile boğazına oturan yumrukla birlikte terminale vardı Edip. On dört on beş yaşlarında bir çocuk yanaştı yanına. "Yardımcı olayım abime." Edip ile aralarında çok yaş farkı yok gibiydi ama Edip kendisini yaşlı hissetti birden. Sağa sola bakış atıp müşteri yakalamaya çalışan çocuğa doğru yönelip "İstanbul'a" diye cevapladı. Çocuk: "İstanbul arabası kalkmak üzere. Bir sonraki sefere iki saat var. Gitmek istiyorsan acele et abi." dedikten sonra hızlı hızlı çocuk önde Edip arkada bilet satışı yapılan firmanın önünde soluğu aldılar birlikte. Cebinden çıkardığı bir miktar parayı uzatıp aldı eline bilet koçanını. Otobüse binmeden önce bir şeyler yemesi gerektiğini, guruldayan karnından gelen sesler duyuruyordu. Otobüsün kalkmasına daha bir saat vardı. Bineceği otobüs 10 numaralı perondan kalkacaktı. Vakti vardı daha. Valizini teslim ettikten sonra tuvaletlerin olduğu kısma yöneldi. Elindeki bozukluklardan uzattı kapıda bekleyen uyku ile uyanıklık arasında insanları seyre dalan yaşlı amcaya. Yaşlı amca ucuza alınmış peçeteden itina ile birini ayırıp uzattı Edip'e. Edip ihtiyacını gidermek için bir süre sırada bekledi. Bu arada yıllarca asılı olduğu duvarda sırrını kaybetmiş aynada yansıyordu gözlerine. Beti benzi atmış, perişan, kimsesiz, ne yapacağını bilmez biri, bir yabancı karşıdan bakıyordu kendisine. Acıyarak baktı puslu aynadan yansıyan kendine. Ninesi bu halini görse kahrından bir daha ölürdü. Gözünü kendi yansımasından kaçırıp önüne baktı. Nihayet sıra kendisine gelmişti. İhtiyacını giderdikten sonra başını kaldırmadan elini yüzünü yıkayıp çıktı pis kokan bu yerden. Biraz ilerledikten sonra terminal içinde asılı olan saate baktı. Daha zamanı vardı. Günlerdir tek lokma boğazından geçmemişti nerdeyse. Bir büfeye yaklaşıp kakaolu bisküvi var mı? diye sordu. Büfedeki kadın tombul elleri ile uzattı bisküviyi, ardından başka bir isteğiniz var mı ? diye sordu derbeder görünen bu yolcuya. Çay bulunur mu? diye sordu Edip kadına. Kandın konuşmadan eliyle yan tarafı gösterdi. Üç beş adım attıktan sonra bir sandalye çekip oturdu iki kişilik bir masaya. Tepsiye sıralanmış açıklı koyulu çaylardan birine uzanıp aldı eline. Diğer eliyle bozukluk paraları bıraktı bardağı aldığı tepsiye. Adam elli kuruş eksik deyince Edip cebinden çıkardığı bir lirayı bıraktı. Üstü kalsın dedi alınmışçasına. Çok severdi kakaolu bisküviyi çaya bandırıp yemeyi. Bu sefer öyle yapmadı. Çayını bulandırsın istemedi. Eh birde yakında Boğaziçi mezunu bir mühendis olacaktı nede olsa, itibarı yerle bir etmeye berrak çayı bulandırmaya gerek yok deyip hafifçe bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Bir kaç bisküviden sonra apar topar daldığı yerden bulunduğu yere gelip ayaklandı. Otobüs kalkmak üzereydi. "İstanbul yolcusu kalmasın." Diye sesleniyordu karşılaştığı çocuk. Usulca kalktı. Otobüse yöneldi. Yolcuların nerdeyse hepsi oturmuştu yerine. Gözleri ile taradı koltuk numaralarını. Biletinde 13 yazıyordu ancak yerinde güzel mi güzel kendisinden bir kaç yaş büyük, V yakalı gri dese değil, mavi dese değil, iki rengin arası belden oturmalı, dökümlü bir elbise giymiş bir kadın oturmak üzere iken; bir an duraklayıp tekrardan göz attı elindeki bilete. Koltuk numarası 13 yazıyordu. Kadına bileti göstererek "Bu yer bana ait, sanırım siz yanlış koltuğa oturdunuz han fendi." Kadın "Ne münasebet canım. Benim koltuk numaram da 13." deyip bileti Edip'in burnuna burnuna sokup yerleşti 13 numaralı koltuğa. O kadar yorgun ki pilot koltuğunda otur deseler kabul edecekti nerdeyse. Bir terslik olduğunu anlayan muavin koşarak geldi 13 numaralı koltukta atışmak üzere olan iki yolcunun yanına. Bu hatadan dolayı defalarca özür diledikten sonra. Edip'e eşlik ederek 33 numarayı gösterdi. Yılların dostuymuş gibi hafifçe eğilerek Edip'in kulağına " Güzel kadın, sende yakışıklısın be abim. Kaçırma." deyip pis pis sırıtarak uzaklaştı Edip'in yanından. Edip ters ters bakarken hızla otobüsten inip kayboldu muavin. Yakışıklı yirmili yaşlarında bir delikanlı bindi inen densizin yerine , elinde kolonya şişesi ile dolandı yolcular arasında. Bir sağa, bir sola derken vardı 33 numaralı koltuğa. Edip'in avucuna oldukça bol döktüğü kolonyanın üstünde limon resmi olsa da limon kokmuyordu. Çay kahve ikramından sonra Edip bir ara boynunu uzatıp gayri ihtiyari baktı 13 numaralı koltukta oturan çekicimi çekici kadına. Kadın endamlıydı Edip etkilenmişti kadından. Bir an vicdan azabı çekti. Utandı duygusundan. Daha kırkı çıkmadan gönül gezdirmekte neyin nesi deyip azarladı kendini. Kadının yan koltuğunda oldukça kilolu 45-50 yaş arası köyden geldiği belli bir kadını oturtmuşlar. 33 numaralı koltuk boş olmasaydı otursaydı yan koltuğa uzaktan bakmazdı. Omzuna yaslanıp uyurken hayal etti bu çekici kadını. Adını sanını bilmediği bu kadınla yakınlaşmak istemesini garipsedi. Hep şu densiz muavin düşürmüştü aklına tüm bunları. Muavini suçlayıp yan koltuğun boşluğunu ödül kabul ederek bir kerelikte olsa şansım gülsün be deyip kafayı cama yaslayıp kara toprağın kendinden aldıklarını düşünerek seyre daldı camdan yansıyan kadını. Kıvrıldığı koltukta uyuyakaldı bir süre sonra. Kırmızı renkli entarisi, uzun sarı saçları ile annesi karşısındaydı. Elinde altından bir kase, kasenin içinde altından liralar, dizleri bükülü, bir taburede oturmuştu. Altından liraları sayarken anacığının dizinin dibinde iki kız çocuğu oturmuş, onların üstünde de kırmızı entari vardı annesinin entarisinin küçülmüşü gibi. İkisinin arasındaki yaş farkı iki en fazla üç arası gibi geldi kendine. Avuçları açık ,boyunları bükük iki kız çocuğu. Kanı kaynıyor, birini soluna birini sağına alıp sarmalamak istiyor. Annesine sesleniyor anne bu kızlarda kim ? Kardeşlerim mi? diye soracakken bir ses uyandırıyor Edip'i. "Yarım saat yemek ve ihtiyaç molası."
Arkası haftaya...
Sevgi, Şifa ve Aşk'la
Namaste
15.10.2024
Günay AKBAYIN YİĞİT
Yorumlar