AĞLAMA OĞUL BU BİR RÜYA...

Gecenin bir vakti gördüğü rüyanın etkisiyle yatağından fırlarken eli ile geziniyordu etrafta. Işığa ihtiyacı vardı Edip'in. Kasılmış bedenini ellerinin yordamıyla sakinleştirdikten sonra nihayet yatağından kalkmayı başardı. Korku ile karışık başucundaki cep telefonuna eli ile temas edince birden kendine geldi. Gördüğü şey gerçek değildi. Oksijen beynine ulaşamamış olmalı ki son zamanlarda sıklıkla kendini yoklayan karabasanlardan biri ile uyanmakta zorlanmıştı yine.  Elini yüzüne, oradan sakallarına götürdü. Bir miktar sıvazladı başında ki ve yüzünde ki uzamış kıllarını. Amma da dağılmıştı. Sonra elindeki telefonun ışığı ile araladı üstüne örttüğü yorganı. O kadar çok debelenmiş olmalı ki altına serdiği çarşaf, üstüne örttüğü yorgan da aynı Edip'in saçı ve sakalı gibi darmadağın görünüyordu yansıyan ışıkta. Yatağın içinde doğruldu, bir süre öylece sessizce oturdu. Hava soğuktu. Bir ürperti gezindi bedeninde. Havanın soğukluğu, gördüğü karabasanın etkisi  ve ortamın dağınıklığı birleşince yalnızlığını derinden hissetti. iyice dağıldı Edip. Adını annesi koymuştu. Ne sebeple adını Edip koymuştu bilinmez olarak kalmıştı. Başucuna astığı fotoğrafa bakıp içerledi birden yüreğini derin bir özlem kapladı. Babası Edip doğmadan kalp krizinden ölmüş, anası babasının derdiyle inleye inleye doğurmuştu kendisini anlatılanlara göre. Annesi ile babası yokluk içinde büyümüş iki gariban, evlenmişler 1968 yılının  hazan mevsiminde. Mevsim hazan olunca ağaçlar rengarenk, her yer renk cümbüşü içinde imiş o vakit. Ağaçlar soyunurken  toprak ana giyinmiş ağaçlardan dökülen her bir yaprağı. Aylar birbirini kovalarken karakışta bizim Edip'e gebe kalmış anacağızı. Söylenene göre anası gebeliği boyunca kırmızı renkli üzüme aş ermiş  o kış boyu. Elmacık kemikleri çıkık, burnu kemerli, kaşları  yay. gözleri erik yeşili, uzun boylu oldukça endamlı bir kadınmış Edip'in anası. Ah anacığım diye inlerken altındaki yatak gıcırtısı ile eşlik etmiş  Edip'e. Babası yağız bir Anadolu çocuğu. Saçları gür, kasları güçlü,  parmakları uzun, elleri geniş 20-25 arası, haki renkli pardösüsü sırtında,  boyu  anasından bir karış uzun, oldukça yakışıklı. Edip simasını hem anasından hem babasından almış olmalı. Oda oldukça yakışıklı. Bir çeki düzen verse kendine, uğrasa bir berbere saç sakal girse bir düzene bir çok erkeğe taş çıkartırmış ama bu aralar efkarlı. Ah babam ah deyip karışık bir sedada  babasına yolluyor oldukça yürekten. Elindeki tek fotoğraf karesini nenesi ilçeye giderken büyütmüş o zamanlar  Edip için. Bu fotoğraf sayesinde tanımış anası ile babasını. Köy yerindeki bir ziyaretgah olarak kabul edilen  ulu mu ulu, yaşı bilinmeyen bir meşe  ağacının altında oturmuş bir kadın ve bir adam. Kadının üstünde kırmızı renkli bir entari, yanındaki erkeğin üstünde ise haki renkli pardösü.  Kendisine kalan tek miras  hepi topu bir fotoğraf karesi. El ele, baş başa vermiş karakışı sırtına yüklenmiş iki genç,  İki sevdalı. Birde o zamanlar anacığının karnında görünmeyen Edip.  Fotoğraf karesinden ayrılıp pencereye yöneliyor bu savruk delikanlı. Perdeyi  camın önünden çekip serin  havanın yanaklarını  yalayarak geçmesine boğuk, kasvetli bu odanın dağınıklığının arasından gezinmesine izin veriyor kendince. Başucuna astığı fotoğrafa bir kez daha bakıp, derin çok derin bir iç çekiyor soluduğu serin  havayı ciğerlerine. Gördüğü karabasan mı ateş düşürmüştü yüreğine yoksa yokluğun ateşi miydi kendisini nefessiz bırakan?  Bu derbeder halini nenesi görseydi ne derdi acaba?. Ne diyecekti canım "A oğul, sen bana ananın emanetisin. Yele verme kendini. Anan üşür."  derdi.  İçi üşüdü bu söz üzerine Edip'in. Öksüz ve yetim kaldığına mı ? Nenesini dört yıl önce kara toprağa  verişine mi? Sevdiğinin kendisini darmadağın halde bırakıp gidişine mi yansındı? Daha kaç ölüm, daha kaç ayrılık ile sınanacaktı. Kendine acıdı. Doğduğu güne lanet okuyacakken nenesinin sesi kulaklarında çınladı. "Su akar yolunu bulur a oğul." Edip açtığı pencereden kendini sarkıtarak bir apartmanın beşinci katından inletti şehr-i İstanbul'u. "Başımın tacı, gönlümün sultanı nenem. Sudan pusulamı olur. Kılıcı keskin Ali aşkına sevdiğim  kayıp, anam kayıp, babam kayıp, ben kayıp, sen kayıp. Bu şehir kayıp. Sularla aktı gitti bana verdiğin pusula."  Avazı çıktığı kadar bağıracakken gözü karşı apartmanın çatı katında  yürüyen kadına dokundu bir anda . Üstünde mavi renkli bir gecelik elinde bir bardak şarap oldukça narin bir  kadın. Geceliğin inceliği ile kadının bedenin inceliği birbirini tamamlamış gibi gözüktü bu dağınık adamın gözüne. Edip ne kadar dağınık ve savruksa kadın bir o kadar düzgün görünüyordu yansıyan ayın şavkında. Sesini içine çekip usulca izledi uzaktan bu güzel kadını. Sahi ne yapıyordu bu gece vakti, ay ışığında karşı binanın çatı katında .Gözlerini ovuşturdu. Yine dalmış olmalıydı uykuya. Gördüğü tatlı bir rüya mıydı? Yoksa. Yok yok bu rüya değil gerçek miydi?  yoksa. Rüya ile gerçek arası gitti geldi Edip bir süreliğine. Ama kadın ilerliyordu en uca doğru. Edip seslendi  kadına dur dedi. Kadına yalvarırcasına dur! Ne olur dur! diyordu.  Lütfen dur! Aslında Edip'ten ses çıkmıyordu ama mavi gecelik efil efil esen rüzgarın etkisiyle salınıyordu gece içinde. Kadın gözbebekleri yerinden fırlayacakmış gibi afallamış adamı görünce  bir an  durakladı, elinde ki şaraptan bir yudum aldı. Edip'e seslendi. Şerefe dostum. Yönünü kaybedenlerin şerefine kaldırıyorum bu gece kadehimi. Edip boynunu bükerek, elinde kadeh varmış gibi kaldırdı havaya. Şerefe! dedi. Sesini duymakta zorluk çekiyordu. Bir adım daha atsa düşecekti kadın. Edip dur dedi dur. Bir adım daha atma ne olur! Durrrr!
Kadın kaybolurken gecenin karanlığında  Edip kaskatı olmuş, kan revan bir şekilde uyandı. Gözlerini  açtı, kapadı. Bir daha, bir daha açılıp kapanıyordu göz kapakları. E nihayet tüm cesaretini toplayı kalktı yerinden. Araladı perdeyi, gözlerinin ucuyla karşı apartmanın çatı katına baktı. Kimsecikler yoktu. Korkarak sarkıttı kendini bir dedektif edasında iki binayı ayıran caddeyi kolaçan etti gözleri ile. Kimsecikler yoktu. Rahatladı içi. Derin bir nefes alıp tekrardan yatağına uzandı. Gözleri tavanda şerefe deyip ağlamaya başladı. Yaşlı bir kadının sesi duyuldu sonra "Ağlama oğul, bu bir  rüya..."



05.10.2024
Günay AKBAYIN YİĞİT

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİYAH BEYAZ BİR FOTOGRAF KARESİ

ÜSKÜDAR'A GİDERİKEN...

CEMRELER DÜŞMEDEN ÖNCE...