HIZIR SOKAK...
"Ben yârimi arar iken yanımda buldum. Yârime de mavi fistan ne güzel yaraşır..." şarkısının sözlerini bir doğru bir yanlış mırıldana mırıldana Üsküdar'a vardı. Üniversiteyi kazandığı ilk yıl ninesi babasından kendisine miras kalan on dönümlük tarlasını, torununun okuyacağı okula ne çok uzak, ne de çok yakın olan bir semtte, iki oda bir salondan ibaret, doksan metrekarelik bir alana sahip olan evi satın almak için gözünü kırpmadan satmıştı. Torunu, gözünün nuru, Edip'i anasız babasızdı zaten birde gurbet ellerde evsiz mi kalsındı. Tarlayı oldukça iyi bir paraya satıp İstanbul'da yıllardır yaşayan kardeş gibi bildiği amcasının oğlu Hasan'a yolladı. Hasan uzun yıllardır İstanbul'da kaldığından, her karışını bilir ve bir çok işte çalıştığından bir çok ahbabı vardı. İstanbul'un kurdu olmuştu deyim yerindeyse. Tüm tanışlarına haber saldı. Kelepir bir ev bulup bacı olarak bildiği amcakızından gelen parayla evi hemencecik kaptı. Edip'i otobüs terminalinden alır almaz tapuya götürüp, evi adına tapu ettirdikten sonra artan parayı da Edip'in adına bankaya koydu. Tapu ve cüzdanı Edip'in eline tutuşturup " Hayırlı uğurlu olsun sağlıcakla otur." dedikten sonra Hasan dayı önde Edip ardında bir süre yürüdüler. Bir köfteciden ekmek arası köfte ve ayran alıp deniz kenarında dalgaların sesi eşliğinde karınlarını doyurmak üzere oturdular bir banka. Edip çekingen bir tavırla elindeki ekmeğe uzunca baktı. Isırıp ısırmamak arasında bocalarken, denize dalıp dalıp çıkan martıların sesine, yürüyüşe çıkmış iki delikanlının hararetli konuşmaları eklendi. Bir an kulak misafiri oldu ardından geçenlere. Hasan dayının sesi ile irkildi martılarla birlikte daldığı denizden gözlerini ayırıp Hasan dayıya masumca baktı. "Oğlum ekmeğini ye hele karnını doyur daha işimiz çok. Bu gece istersen bizde kalırsın, istersen evinde. Evin hazır sayılır bir kaç eşya koydum sen gelmeden önce, ihtiyaç oldukça da gerisini peyde pey alırız. Artan paran da bankada. Biraz okuldan uzak ama olsun başını koyacağın damın var ya. Yarın kaydını yapar eksiğini aksağını tamamlarız yine. Yolu yordamı bir öğren hele gerisi kolay." Edip bir yandan yeni evini, bir yandan okulunu, bir yandan bu şehre nasıl alışacağını kara kara düşünürken ısırdı ekmek arası köftesinden. Utanmasa Hasan dayıdan kendisini geldiği otobüsle gerisin geri göndermesini isteyecekti. İçsel bir çatışma içinde boğuşurken Hasan dayının sesi duyuldu yeniden. "Bak yavrum ninen kendini bilen kıymetli, hatırı sayılır bir kadındır. Belli ki sende onun kıymetlisisin. Kırk yıllık baba yadigarı tarlasını amcan yok mu o amcan? Ne diller döktü sattırmak için o bile sattıramadı. Senin için gözünü kırpmadan sattığına göre seni çok sevdiği belli. Sende zeki çocuksun kazandığın okul ülkenin sayılı okullarından. Lakin burası İstanbul ne sana, ne bana, nede ardında bıraktığın yumuşak huylu ninene benzer. Aklını başında tutmayana zindan olur, ömrünü tüketir. Bu şehirde 72,5 milletten adam var. Sonra dayım demedi deme! Haberin ola. Gözü açık olacaksın. Herkese kanmayacak, ipe kopuğa takılıp yoldan çıkmayacaksın. Bu şehir güzel olduğu kadar tehlikelidir de. Bu sözlerim kulağına küpe olsun gittiğin her yere kendinle taşı. Oturduğuna, yediğine, içtiğine, gezdiğine dikkat et." Usulca dinledi Edip her söyleneni. Uçsuz bucaksız bir mavilik ve dayısının söyledikleri gözünü korkuttu o an. Köyünden kopup gelmenin şaşkınlığı, yolun yorgunluğu, ayağının tozuyla bismillah demeden bir o yana bir bu yana gün içinde ki koşturmaca epeyce yormuştu kendisini. Yönünü yolunu bilmeden Hasan dayıyı takip eden ayaklarında biriken günün yorgunluğu, elinde taşıdığı valizin ağırlığı, küpe olarak takılan sözlerin yükü altında omuzlarının çöktüğünü bu keşmekeşin içinde kaybolacak kadar küçüldüğünü hissetti. Yığılıp kalacak haldeydi. Liseyi okuduğu şehirden başka şehir yüzü görmemişti. İçten içe korkmaya başladı kalbi korkudan hızlı hızlı atıyordu. Karmaşık duygular içinde bir çok Edip birbiri ile savaşıyordu uçsuz bucaksız maviliğin karşısında. Biri geri dön kaç git derken, diğeri evini, okulunu merak etmiyor musun? diye soruyordu. Bir diğeri ne biçim erkeksin sen köyden şehre giderken de korkmuştun diyordu. Büyük adam olma sözüne ne oldu diye soruyordu öbürü. Dönse ninesinin yüzüne nasıl bakardı. Olacağına varır diyordu bir başka Edip. Dağılmış parçalanmış halde iken gözü Hasan dayının dudaklarının üstünde bir çizgi şeklinde bıraktığı bıyığına takıldı birden. Komik görünüyordu yatay bir çizgi. Hafifçe gülümsedi yakaladığı bu ince detaya. Ayrıca sesi ağzından mı burnundan mı çıkıyordu onu da ayırt edememişti. Düzgün bir Türkçe ile konuşuyordu. Her sözünün başına yavrum demesi çok tatlıydı. Geldiği yerdeki erkekler daha hoyrat, daha kaba saba, tütünden uçları sararmış pos bıyıklı, gür sakallıydılar. Ninesinin gösterdiği fotoğraftaki adamla bu adam arasında dağlar kadar fark vardı. İstanbul değiştirmişti Hasan dayıyı. İnceltmişti sanki. Gri renkli takım elbisesi, içine giydiği kar beyazı gömleği, başına taktığı fötr şapkası, ayaklarına giydiği rugan ayakkabısı birde öyle böyle değil yatay bir çizgi halinde dudaklarının üstünde kalan bıyıkları ile farklıydı bildiği erkeklerden. İstanbullu olmak yada İstanbul'da yaşamak, bu şehre ait olmak için miydi tüm bu incelmeler? Edip o gün bunları merak etse de soramadı. Yardımsever, sevgi dolu, oldukça babacan davranan bu adama bunları sorsa ninesi koca bir odunla kovalardı valla. Hasan dayının el işareti ile ayak tabanları sızlaya sızlaya ayağa kalktı " Dayı ayıp olmasa benim eve gitsek mi?" sorusunu sorma cesaretini buldu nihayet kendinde. Hasan dayı başı ile onay verince mutlulukla adımladı yolu. Hasan dayı yoldan geçen taksiye el edip takside durunca mutluluğu ikiye katlandı. Heyecanla yol boyu taksinin yanından geçen araçlardaki insanları izledi. Ne kadar çok insan, ne kadar çok bina, ne kadar çok araba, ne kadar çok gürültü vardı. İçi sıkıldı bu keşmekeş kalabalıktan. Hasan dayının eline tutuşturduğu kağıt parçalarını sıkı sıkı tuttuğunu fark etti. Elindeki kağıt parçası bu şehre ait hissetmesine vesile olacak her haline tanıklık yapacak, Arnavutköy Hızır Sokakta bulunan Günışığı Apartmanının beşinci katı 9 numaralı kapısı ile bu şehre aidiyetinin kanıtı olacaktı. Henüz görmediği, bilmediği ama kendisine ait olan o eve bir an önce girmek istiyordu. Korunmaya ihtiyacı vardı sanki. Ninesi tüm bu duyguları yaşayacağını tahmin etmiş olmalıydı. Bu evi alarak kendi varlığını bedenen olmasa da ruhen taşımıştı torunu ile birlikte İstanbul'a. Nihayet taksi durdu evinin bulunduğu sokağın ismi karşıladı Edip'i. Hasan dayı elindeki anahtarı Edip'e uzatıp " Yavrum ikimizde yorulduk karşı binanın 5.katı 9 numaralı ev senin evin. Kapıyı arkadan iki kez kilitle camı pencereyi de uyurken kapamayı unutma. Yarın erkenden gelirim yanına." dedikten sonra el salladılar birbirine. Sokağın başında yazan Hızır ismini görünce duygulandı. Edip yalnız değildi ne bu şehirde ne de bu sokakta Hızır yetişmişti kendisine gözleri dolu dolu apartmanın beşinci katına çıktı. Kapısını aralamadan önce ninesinin yaptığı gibi kapının kenarından öperek selamlaştı eviyle. Bu bir gelenekti onlarda her aralanan kapıya destur etmek, önünde saygıyla eğilmek, musahibinin omzundan öper gibi kapıyı tutan çerçevesinden öpmek, dayanak olmaya, yoldaş olmaya, sırdaş olmaya söz vermek, koruyup kollamak ile eşdeğerdi. Anahtarı kapının deliğine yerleştirdi iki kez çevirdi. Selamını sesi ile duyurdu bir kez daha. Sesi evin içindeki boşluktan yankılanıp kendisine döndü. O ilk selamlaşmadan sonra adımını eşikten atıp girdi içeri. Karşı binanın altındaki kahvenin sahibi Hakan dalgın dalgın yürüyen Edip'i görünce seslendi. Hey! Dostum! Edip! diye seslenince Edip bu şehre ayak bastığı o ilk gün yaşadıklarının içinden sıyrılıp Hakan'a döndü. Hakan koşarak yanına geldi. Nerelerdesin sen? Göremedim epeydir iyisin değil mi? Edip hüzünlü bir ses tonu ile " Ninemi toprağa vermek üzere memlekete gittim." cevabını verince. Hakan ha s..tir diye küfrü bastıktan sonra sıkıca sarıldı Edip'e, başsağlığı diledi. "Bir ihtiyacın olursa söyle. Hatta eve çıkmadan gel yemek hazırlatmıştım kendime birlikte yiyelim de öyle çık evine." diye ısrar edince Edip Hakan'ın dükkanına yöneldi elindeki valizle. Öncelikli dükkanın içindeki lavaboda ihtiyacını giderip elini yüzünü iyice yıkadıktan sonra kendini kokladı otobüs kokuyordu üstü başı. Otobüs kokusu diye bir koku var mı diye soracak olursanız, Edip'e göre tüm kötü kokuların ve tüm iyi kokuların karışımı olan berbat bir kokudan ibaretti. Oldum olası her yolculuk dönüşü üstüne sinen bu kokudan dolayı neyi var neyi yok yıkardı üşenmeden. Geldiğine pişman oldu. Arkadaşını masada olan yemeğin başında kendini beklerken buldu. "Üstüm başım kokmuş ben eve geçsem iyi olacak " deyince Hakan kızgın bakışları ile Edip'i oturttu masadaki yerine. Yemek yerken olanı biteni tek tek anlattı. Bir tek şeyi anlatamadı arkadaşına. 13 numaralı koltukta oturan kadın ve yaslı bindiği otobüsten aşık olarak inmesinden bahsetmedi. Hakan iki bardak çayı doldurup masaya döndüğü anda bir kadın sesi duyuldu kapıdan Hakan bey bakar mısınız? Hakan kulaklarına, Edip gözlerine inanamıyordu. İkisi de afallamış bir şekilde " Sürprizzzz" diye kapıdan seslenen kadına bakıyordu. Edip gözlerine inanamadı. Molada fellik fellik aradığı kadın karşısındaydı. Bir an gözlerini ovuşturdu. "Mümkün değil. Olamaz." diye şaşkınlık içinde konuşan iç sesini duydu. Gördüğüne inanmakta zorluk çekiyordu. Aşık olduğu kadın kapıdan arkadaşına sesleniyordu. Hakan bir çırpıda kapıya koştu. Kadını kaptığı gibi kollarının arasına alıp sıkıca sarıldı. Sen kimsin? Hayal misin? Gerçek misin? soruları eşliğinde kahkahalar atarak sarmaş dolaş oldular bir anda. Hayal sana diyorum sana. Hayal misin ? Gerçek misin? Kız sen ne zaman geldin İstanbul'a? Neden haber etmedin ? Karşılardım seni. Diye azarlarken her ikisinin de gözleri parıl parıl parlıyordu sevinçten. Edip ne yapacağını bilmez ve şaşkınlık içinde donakalmıştı olduğu yerde...
Arkası haftaya...
29 Ekim 2024
Günay AKBAYIN YİĞİT
Yorumlar