ÜSKÜDAR'A GİDERİKEN...

"Yarım saat çay ve ihtiyaç molası" duyurusu ile birlikte Edip bindiği otobüsten bulunduğu zamana gerisin geri ışınlandı sanki. Elinin tersiyle yüzünü sildi. Büyüdüğü yerde erkekler ağlamazdı. Ne zaman ağlayacağı tutsa amcası kulaklarından tutar "Oğlummmm! Ağlama! Sana diyorum eşek gibi anırmasana!. Ağlama oğlum! Ağlama! sesi eşliğinde  kulaklarına ateş basana kadar o koca  parmakları ile sıkıştırırdı kulak memesini. Bas bas bağırarak inletirdi yeri göğü. Ninesi " Yapma oğul, etme oğul. Hem yetim, hem öksüz.  Anasız babasız neden karışırsın  çocuğa ? Karışma hakkımı helal etmem sonra sana karışma torunuma." Amcası ninesine sert bakışlar fırlatıp azarlardı  her defasında anasını. Ağzından köpükler çıkara çıkara öfke ile ninesinin üstüne yürürken. tükürükleri etrafa saçılırdı. "Kız gibi ağlasın mı yani? Erkek bu erkek. Erkek dediğin ağlamaz. Asıl sen karışma benim işime." diye bağırtısı ile inletirdi bütün köyü. Edip amcasından çok korkardı, gölgesi geçse  kendine yapacak kadar sıkışık hissederdi. Hatta bir keresinde işemişti kendisine. Amcası görse o kocaman elleri ile boğazına binerdi.  Ninesi işediğini görünce basmadan entarisini perde yapmış  saklamıştı  ardına. Amcası  hırsını alamadan yol alırdı her defasında köy kahvesine pişpirik oynamaya. Ninesi amcasına "Gözü kör olasıca" deyip ah ettikten sonra Edip'e  " Üzülme oğul. Senin yaşındayken  bende kendime işemiştim, anamla sırrımız olmuştu.  Ben kimselere demem. Sende benim sırrımı  deme, ikimiz sırdaş olalım he mi!  diye tembihlemişti sıkı sıkı. Sonra başını göğsüne yaslayıp, öpe koklaya ,yakışıklı, akıllı, gözümün nuru deyip teselli etmişti torununu. Korkulu rüyası olmuştu resmen, gölgesini görse  fellik fellik kaçar olmuştu amcasından.  Edip'in  iki tane koruyucu meleği vardı biri ninesi. bir diğeri  anacığı ile babasının altında oturup o karakışta fotoğraf çektirdikleri mezarlığa bakan ulu meşe ağacı. Amcasından her kaçışında  ninesi yoksa meşe ağacı gövdesi ile sığınak olurdu kendisine. Edip ne kadar küçükse  yüzyıllık  meşe ağacı bir o kadar büyük bir o kadar heybetliydi. Ne zaman gövdesini kendine siper etse  annesi ile babasının kucağında o fotoğraf karesine kendini de yerleştirir, güvende  hissederdi. Neyse ki bir kaç ay sonra amcasına Almanya kapısı açılmış, işçi olma fırsatı yakalayınca soluğu yurt dışında almıştı. Bu sayede  hem Edip, hem ninesi hem de konu komşu rahata ermişti. Bu düşünceler içinde gezinirken amcasının nefesini, homurtulu kaba sesini, kulaklarının yandığını hissetti birden. Bu hisle korkuya kapılıp ürperti sardı her bir hücresini. Oysa gittiğinden bu yana haber alınamamıştı amcasından. Haber alınmayışına ninesi hariç üzülen de olmamıştı o vakit içten içe Edip gibi sevinenler bile vardı.  Yapayalnız korumasız hissetti anda. Düşüncelerinden sıyrılıp hızlıca banyoya yöneldi. Duşu açtı soğuk sular bedenini ürpertse de kulağındaki ısı kaybolmuyordu bir türlü. Çocukluğuna dönmüş  canı acıyordu ve acısını giderecek koruyucuları da çok uzaklardaydı artık. Sevdiği kadında sırra kadem basınca hepten kimsesiz kalmıştı. Akan sulara hem gözyaşları hem  düşünceleri  hem duyguları eşlik ediyordu. Su ile birlikte dökülüyor, sağa sola sıçrıyordu damla damla her biri. Kim demiş erkekler ağlamaz diye içinden öfkeyle kayıplara karışan amcasına içinden bağırdı. Nasılsa ne amcası görüyordu ağladığını nede bir başkası. İstediği kadar ağlayabilirdi artık. Duş almak iyi gelmişti kendisine nihayet rahatlamış hissetti kendini. Deniz rengi havlusuna sarınıp apar topar çıktı duştan. Aynanın karşısına geçti aynadaki yansımasını izledi bir süre. Babasına benzetirlerdi köylüler, özelliklede  boyunu posunu. Yakışıklı, uzun boylu, yeşile çalar ela renkli gözleri vardı Edip'in. Gözünün ferinin kaçtığını fark etti  birden. Kaç gün, kaç gece geçmişti. günlerden hangi gündü, saat kaçı gösteriyordu bilmiyordu. Bildiği tek şey vardı. Bir an önce kendisine çeki düzen verip evden dışarı çıkması gerektiği idi. Saçı sakalı uzamıştı. Günlerdir tek lokma boğazından geçmemişti. Oturduğu apartmanın girişinde berber dükkanı vardı. Az aşağısında çorbaları ile ünlü bir lokanta vardı.  Yatak odasına yöneldi. Yatağı göz kırpıyordu kendisine. Yatağını görmezden gelip hızlıca giyindi. Günlerdir kapalı olan perdeyi ve camı araladı  hem de sonuna kadar. Oda havasız ve ağır kokuyordu. Kül tablası tepeleme dolmuştu bu kokuşmuş hali kendine benzetti. Tahammül edemedi bu kokuşmuş bağımlılığına. İstanbul yüzü görmeyene kadar  Edip tek sigara koymamıştı ağzına. Tadı, kokusu nasıldır bilmezdi. Kokusu tiksindirirdi hatta. İçenlere ne buluyorlar diye içten içe söylenirdi kokusu burnuna ulaştığında. İlk sigara paketini ninesini kaybettiği gün acısını dindirmek üzere İstanbul'dan köyüne gittiği gün götürdü dudaklarına. Kahrından yol boyu başı döne döne midesi bulana bulana  bir paket sigarayı tüm molalarda içmişti sevmeye sevmeye. Tütünün acıyı giderdiğini çocukken dişine ağrısını bastıran ninesinden öğrenmişti yine. Ah şu yolculukları yok mu? Ah şu yolculuklar. Dönüverdi tütün kokan odadan memleketten bindiği otobüse. "Yarım saat çay ve ihtiyaç molası." Anonsu ile kırmızı renkli entarili anacığına bu kızlarda kim diyemeden uyandırıvermişlerdi. Soramadığı sorusuna mı yansındı yoksa 13 numaralı koltuğa başkasının yerleşmesine tanık olup o endamlı, güzel mi güzel kadının sırra kadem basar gibi ortadan kayboluşuna mı?  İçten içe kendine kızdı. Günlerin yorgunluğu ile derin uyumuş olmalıydı. İnerken kapıda sigarası elinde bekleyen şoföre sordu " Neredeyiz abi? Şoför sigarasından bir yudum çekip üflerken cevapladı Edip'i." Bolu dinlenme tesislerindeyiz."  Yan koltuk dolu olsaydı belki yeri daralır uyuyamazdı. "Böyle şansın içine..." diye içten içe kendine küfretse de yapacak bir şey yoktu. Tesisin içine, dışına, sağına, soluna bakınmasına rağmen bulamamıştı o güzel kadını. Anlaşılan bir başka durakta inmişti. Demli çayının içine yola çıkmadan aldığı kakaolu bisküviden artanı tek tek  bandırarak yemeye koyuldu. Çayı bisküvi ile karışmış rengi bulanmıştı. Her şey karışmıştı hayatında. Çay ile bisküvi karışırsa ne olur diye çocukluğunun tadına bahane buldu. İstanbul'a az kalmıştı. Karşı koltukta boşalmıştı. Unutulmuş olan gazeteye uzandı. Evire çevire okuduktan sonra bulmacasını çözmeye başladı. Bu arada halk arasında uğursuzluk ile anılan 13 sayısının sırrını araştırmak için telefonunda gezinmeye başladı. Vardı bu koltukta bir keramet. Altın orana bir parçası olduğunu öğrendiği sayıyı iyice merak etti. Hristiyanlıkta özellikle uğursuz sayılması  Leonardo Da Vinci'nin çizmiş olduğu Son Akşam Yemeği adlı tablosundan kaynaklı olduğunu  çarmıha gerildiği yani ihanetin resmedildiği bu tablo dolayı uğursuz sayıldığını. Yine bir başka mite göre 12 tanrının yemek yediği sofraya katılan Loki adlı davetsiz misafirin iyilik tanrısı Balder'i öldürdüğünü, Mezopotamya'da bulunan tarihin en eski yazıtlardan olan Hammurabi Kanunlarının yazılı olduğu  282 maddeden oluşan silindirik taş yapıtta 13.maddenin eksik olduğunu, İstanbul'un Fetih yılının toplamın 13 olduğunu Tarot kadim öğretisine göre  13 numaralı kartın ölüm aynı zamanda  değişim ve dönüşümü sembolize ettiğini ve daha neler neler öğrendi. İngilizce şans kelimesi luky ile iyilik tanrısı Balder'i öldüren kişinin adlarının  benzer oluşları bir tesadüften mi ibaretti acaba? 13 numaralı koltukla başlayan macera kendisine şans olarak mı yoksa şansızlık olarak mı? dönecekti. Şu an için bilinmezdi ve  13 numaralı koltukta oturan kadın amcası gibi kayıptı. Otobüsten inmeden önce 13 sayısına yüklenen anlamlar arasında gezinirken son durak olan kendisini büyük adam yapacak şehre varmıştı. Valizini alıp Üsküdar'a doğru yol almak üzere halk otobüsüne bindi. Dışarda yağmur çiselemeye başlayınca yasını bir an unutup "Üsküdar'a gider iken aldı da bir yağmur..." parçasını mırıldanmaya başladı. Sesini heyecanından dışa vurduğunu yan koltukta oturan kadının bakışından anlayınca utanıp başını önüne eğdi. İlk kez kalbi farklı bir duyguyla bir kuş gibi kanat çırpıyordu. İçinden mırıldanmaya devam etti. "Ben yârimi arar iken yanımda buldum. Yârim benim ben yârimin el ne karışır, yârime de mavi fistan ne güzel yaraşır..." şarkının sözlerini kendince uyarlayarak içinden mırıldanmaya devam etti.   
Edip Aşık olmuştu...

Arkası haftaya...
Günay AKBAYIN YİĞİT
22.10.2024

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Canisi yüreğine ellerine sağlık
BİR AVARE YOLCU dedi ki…
Okuyanın da yüreğine sağlık ❤️❤️❤️
Adsız dedi ki…
👍👍👍🙏
BİR AVARE YOLCU dedi ki…
🫶🫶🫶

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİYAH BEYAZ BİR FOTOGRAF KARESİ

CEMRELER DÜŞMEDEN ÖNCE...