KUZEY KAMPÜSÜ...

    Otobüsten iner inmez ayağının tozuyla Hasan dayı Edip'in kolundan tutmuş  İstanbul kazan Edip kepçe daldırmıştı içine. Tapu işlemleri için koştururlarken afallamıştı epeyce.  Aşina olmadığı bu şehirde yolunu yönünü kaybetmemek adına gözleri ile geçtiği yerlerdeki belirleyici şeyleri hafızasına nakış nakış işlerken bir taraftan da İstanbul'un kurdu olan Hasan dayıyı gözden kaçırmamaya  özen gösteriyordu bulunduğu koşuşturma içinde. Şaşkın şaşkın bakınırken etrafa denize düşmüş yılan gibi hissetmiş,  iki katına çıkmıştı yorgunluğu. Ayaklarına kara sular inmiş sızım sızım inliyordu. Ne yediği köfte ekmekten bir şey anlamış, nede geldiği bu şehirden. Tek hoşuna giden şey uçsuz bucaksız deniz ve uçsuz bucaksız denizin  maviliğine dalıp dalıp çıkan martılar  olmuştu. Nihayet  işleri bitmişti. Hasan dayı yoldan çevirdiği taksinin koltuğundan kıpırdamadan eliyle  Edip'e evinin yerini tarif etmiş Hızır sokağın başında taksiden inmeden  vedalaşmıştı kendisiyle. Günışığı apartmanının merdivenlerini yorgun argın tırmanırken sağ eli ile tuttuğu tırabzandan da destek alarak vardı yeni yaşam alanının kapısına. Acelesi yoktu nasılsa. Evi ile selamlaşma faslından sonra adımını içeri atarken huzur ve sessizlik karşıladı araladığı kapıdan kendisini. Bakışları ile evinin her bir noktasını  taradı. Yıllardır bu evde yaşıyormuş hissiyatını bir an garipsedi.  Hasan dayı bir kaç eşya yerleştirmişti eve. Eşya  az olunca  evin içindeki boşlukları  huzurla dolmuştu sanki. Açılan kapının ardındaki huzur ve sakinlikle karşılaşınca Edip'te rahatlamıştı o an. İstanbul'u ne kadar karmaşık ve gürültülü bulduysa evini bir o kadar sakin ve huzurlu bulmuştu. Bu şehir ile evi birbirinin zıddıydı sanki. Birbirinin parçası olan ninesi ile amcasını anımsattı bu farklılık. Kargaşayı, korkuyu, gürültüyü, şiddeti. amcasından, sakinliği, huzuru, bilgeliği ninesinden öğrenmişti. Şimdi ise ikisi uzaklarda olmasına rağmen hafızasına kazınan düşünceleri yoğunlaştıkça her bir duygusu bir yerden fırlamış Edip'le birlikte evin içinde dolanıyorlardı attığı her adımda.  Elindeki valizi yere indirmeden banyoya taşıdı. Edip köy yerinde yaşamasına rağmen bir erkek çocuğuna göre titiz ve düzenliydi. Çocukluğundan beri bu huyu takdir edilirdi. Ninesi köy yerinde olmalarına rağmen el ayak yıkatmadan yatağa koydurmazdı. Edip helaya uğradıktan sonra banyoya doğru ilerledi. Musluğun üzerinde kırmızı ve mavi renkler dikkatini çekti. Köyde ki evlerine su geleli bir kaç yıl olmuştu. Yıllarca köyün orta yerindeki üç borulu çeşmeden eve su taşımışlardı. Oh be suyun evde şarıl şarıl akması büyük bir lükstü. Musluğu sağa sola oynatınca kırmızı işaretli taraftan akan sıcak su ile karşılaşması sevincini ikiye katladı. Yolculuğun sinen kokusundan arınması için sıcak suyu hazırdı. Banyoya göz gezdirdi sabun bulamayınca yarın alınacakların başına sabunu yazdı hafızasına. Bugün eldeki imkanlarla idare edecekti artık. Valizini araladı eline geçen çamaşırla ninesinin valizine yerleştirdiği havluyu çıkardı. Üstünde ne var ne yok soyunup en uç köşeye istifledi. Hafızasındaki listeye maşrapa ile leğeni  birde çamaşır için deterjan ekledi.  Çırılçıplak haliyle sıcak su ile haşır neşir oldu epeyce. Sarındığı havluyla kendini banyonun çaprazında bulunan odada ki yatağa bırakıverdi. Epeyce bir vakit gözleri tavanda öylece boş boş baktı tavana. Köy yerinde soğuk kış günleri yanan sobanın tavana akseden ışımaları tavanda aksediyormuş  gibi tavanı seyrederken  daldı uykuya. Gece yarısı uyandığında kaskatı kesilmişti üşümekten. Yanı başındaki çamaşırlarla eşofmanını hızlıca giyindi. Ayak ucuna bırakılan yorgana sarılarak uykusuna devam etti. İlk gecesini yorgunluğun etkisi ile böyle geçirdi.                                              Ertesi gün sabahın köründe kapısı tıklatıldı. Kapıya yerleştirilen mercekten baktığında gelenin Hasan dayı olduğunu görünce havalara uçacak kadar mutlu hissetti. Sessiz sedasız ve yalnız geçirilen bir geceden sonra tanıdık birini görmek içini ferahlattı. Acıkmasına rağmen evden çıkmaya gözü kesmemişti. Hasan dayı elinde sıcak ekmek, peynir, simitle girince Edip'in gözleri parladı. "Yavrum nasılsın? Gecen nasıl geçti? Yengenden fırça yedim senin yüzünden neden çocuğu birlikte getirmedin diye. Dırdırından uyku gözüme girmedi valla. Bir çay suyu koyda  bir iki lokma bir şeyler atıştıralım da doğruca okula gidelim sonra. Çay şeker en alt çekmecede. Demlikte oralarda bir yerde. Bakıver bulursun. Bu memlekette gözü açık olacaksın. Öyle tırsak davranmak yok." dedikten sonra. Aldığı her eşyayı birde Hasan dayı tanıttı Edip'e. Kahvaltıdan sonra toparlanıp çıktılar. Edip'in okulunun bulunduğu Kuzey Kampüsü'ne. Yol boyu  otobüs duraklarının yerini iniş biniş saatlerini anlattı. Edip'in kalbi küt küt atıyordu, heyecandan dili damağı kurumuştu. Ya kaybolursa korkusu kapladı her bir hücresini. Bu endişeli hal içinde nihayet  Kuzey kampüsüne vardıklarını kapı üzerine yazılan tabeladan anladı Edip. Kampüs devasaydı Edip'le birlikte Hasan dayıda şaşkınlığını gizlemedi bu devasalık karşısında. "  Vay be ne güzel yere kurmuşlar okulunu, ne kadarda büyük bir alan. Bazı binaların üstünde de yabancı yazılar var." Edip Hasan dayıya dönerek " İngilizce" cevabını verdi. Sora sora kayıt yapılan alana geldiler. Sırada bekleyen epeyce  kişi vardı. Kayıt sırasında beklerken sonrasında çok iyi dost olacağı Yağız, Sevil ve Deniz ile ile tanıştı. Kayıttan sonra hep birlikte okulun kafeteryasında oturup tost ile çay içtiler birlikte. Deniz ve Sevil İzmir'den geliyorlardı ve aynı lisede okudukları için tanışlardı. Yağız Diyarbakır'dan  gelmişti babası ile birlikte. Adı gibi Yağız bir delikanlıydı. Şivesinden Kürt olduğunu anlaşılıyordu. Edip doğulu olmasına rağmen oldukça düzgün Türkçe konuşuyordu. Sevil 1.60 boylarında hafif kilolu, okka burunlu, dolgun dudaklı Deniz ise orta boylu, yakışıklı desen değil, çirkin desen değil uzun ince burnu üzerine oturttuğu siyah çerçeveli gözlüğü bedeni ile uyumlu gibiydi. Muzip konuşması ile o an sırada bekleyenleri gayri ihtiyari gülümsetiyordu. Yağız'a henüz yurt çıkmamıştı. Deniz ile Sevil ise aynı kampüs içinde yer alan yurtlarda kalma şansını yakalamışlardı. Yağız okula yakın bir otelde iki gündür babası ile kaldığından bahsedince  Hasan dayı " Oğlum yurt çıkana kadar Edip ile birlikte kal. Hem iki kişi olunca daha çabuk alışırsınız İstanbul'a. Hem de masrafınız bölünür." Yağız Hasan dayının sözleri üzerine  sevincinden havalara uçacak gibi oldu bir anda. Kaç gündür kalacak yer arıyorlardı babasıyla. Kayıt sonrası kaldığı otelden ayrılıp Edip'in yanına yerleşti o günün akşamında. Evin kalan ihtiyaçlarını liste yapıp alt kattaki Berber Sinan'ın önerilerini de  dikkatle dinleyip bir kaç günde  hallettiler. Yağız elini attı Edip'in omzuna madem birlikte vakit  geçireceğiz  dostluğumuz için bir sayfa aralayalım Halil Cibran'dan Dostluğa Dair. Ve başladı okumaya.                                                                                                                      "DOSTLUĞA DAİR"                                                                                            "Bir genç dedi ki sonra, dostluktan bahset bize! Şöyle yanıtladı; Dostlarımız karşılanmış gereksinmelerimizdir. Şefkatle  ekip, şükranla biçtiğimiz bahçemizdir. Yuvanızdır, ateşinizin başıdır. Zira açlıkla gelirsiniz ona, huzur getirmesini beklersiniz. Dostunuz fikrini söylediğinde ne kendi aklınızda ki 'hayır' dan korkar ne de 'evet'i sakınırsınız ondan. Ve o sessiz kaldığında kalbine kulak vermeye devam edersiniz. Zira dostlukta, konuşmadan da paylaşılır tüm düşünce, arzu ve sahipsiz umutlar. Yas tutmazsınız ayrı düştüğünüzde; onda en sevdiğiniz şey, yokluğunda kendini açık eder. Çünkü sarmaşığa dağların kendini açık etmesi gibi düzlüklerin arasında. Ve dostluk hiç bir amaç gütmez ruhu derinleştirmekten başka. Kendi gizemini ifşa etmekten başka bir arzusu olmayan sevgi, sevgi değil ileriye atılmış bir ağdır ancak; yalnızca beyhude olanlar takılır bu ağa. En sevdiğiniz kişi dostunuz olsun! Meddinizi bildiğince cezrinizi de  biliyorsa eğer, taşkınınızı da tanısın! Birlikte vakit öldürmeyi dört gözle beklediğiniz kişi değilse nedir dost? Vakit yaşatın birlikte. İhtiyacınızı doldurmak olsun amacı, boşluğunuzu değil. Ve boşluğu içinde dostluğun, kahkahalar da olsun, eğlenceyi de paylaşın birlikte. Zira küçük şeylerin kırağısında, kalp bulur gündüzünü, ve yeniden doğar gökyüzüne..."  Edip ile Yağız hem ev arkadaşı hem de vakti birlikte yaşatmayı öğrenecek iki dost olacaklardı  Kuzey Kampüsünde karşılaştıkları o günden sonra ki zamanlarda.

19 Kasım 2024

Günay AKBAYIN YİĞİT

                                                                                     



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİYAH BEYAZ BİR FOTOGRAF KARESİ

ÜSKÜDAR'A GİDERİKEN...

CEMRELER DÜŞMEDEN ÖNCE...