AŞIK İLE MAŞUK...

        Günlerden bir gün Gül kokulu kadın ses etmişti yolda karşılaştığı nokta yolcularına. Adımladığınız yolu anlatın kendi dilinizce. Noktaya doğru yolculuk yapan her bir yolcu heyecanla kendi dillerinin döndüğü , gözlerinin gördüğü, kulaklarının duyduğu, anladıkları  ve bildikleri yerden aralamışlar ve aktarmışlar yolculuğun içindeki hallerini. Ben  ise bir avare yolcu olarak dedemin dizinin  dibinde, yanan sobanın tavandaki aksinin dansı eşliğinde,  anlatılan masalların kahramanlarına hayal dünyam  içinde eşlik eden biri olarak yolculuğuma sıfırdan başlayıp masal tadında  adım adım anlatmayı seçmiştim o vakit. Yarım kalsa da avare yolcunun masal tadında kelimelerle gezintisi avareliğime sayıp geçiyorum o kısmı. Dün gece rastladım beyaz bir sayfada beşten altıya geçen Aşık ile Maşuk'un masalına. Masalı yazmışım çocuklarda yok dizimin dibinde, sizlere anlatayım bari tepemde yanan lambamın aksinde. Biri bana masal anlatsa başımı yaslarım dizine dalarım masalın içinde kahramanlarla birlikte seyre . Çocuk olmasak ta masal dinlemek oldukça keyifli. Masal anlatırken bir varmış bir yokmuş demektense avareliğimden olsa gerek bir yokmuş bir varmış ile başlamayı tercih ediyorum bilinmez bir nedenle. Bu akşam masal  dinlemek isteyen çömelsin yere, başını yaslasın dizime. Dedemin yerini doldurmaya karar verdim. Hali hazırda beyaz sayfaya dökülmüş kelimeler sıralanmışken yerli yerine masal tadında Aşık ile Maşuk'u anlatayım bende bu gece size.

     Bir yokmuş bir varmış. Yarattığı masalın içinde  bir aziz edasında beşten geçip  altıya varmış bizim avare yolcu. Altı aşıkların sayısıymış. Avareliğin  sarhoşluğu eşliğinde. Aşıkları ve yaşadığı aşkı anlatacakmış yolculuk içindeki masalında.  Durmuş bir fasıl altıda. Derince bir nefes almış. Doldurmuş nefesini burnundan ciğerine. Aşık olduğunun kokusunu burnuna çeker gibi doldurmuş aşkı ciğerlerine. Bir nefes, bir nefes daha almış. Altı demek aşk demekmiş. Aşkı anlatmak ise yürek istermiş. Yürek  aşkla  atar,  aşktan susarmış. Aşkın yolu birmiş. Bir kalpten geçer bir başka kalpte konaklarmış. Dört odacığı olsa da kapısı tekmiş. Anahtarı bir olmayı bilenin göğsünde saklanırmış tik tak tik tak eşliğinde. Bir yumruk kadar olmasına rağmen  sığdırırmış bir çok duyguyu, büyüdükçe büyürmüş sevdiğine, sevdiğince. Özü barındırırmış içinde. Özün adı ise AŞK olarak bilinirmiş. Aşkla atar, aşkla yaşar, aşkla şaşarmış. Aşka düşende  kimisi  maşuk olur  dağları deler, çölleri  aşar bazen de yanıp kül olurmuş sevdalısına. Aşka düşende bizim sevdalılar bazen Mecnun, bazen Ferhat, bazen Kerem olarak anılırmış farklı farklı diyarlarda. Mecnun  Leyla'sı için çölleri aşmış, Ferhat Şirin'i  için dağları  delmiş, Kerem Aslı'sı için kül olmayı seçmiş. Aşk'ın büyüklüğünü hayal ederken bizim avare yolcu  kapalı gözler ardında  Konya'da bulmuş kendini.  Dağların arkasından düştüğü yoldan bir ovanın ortasında hayalinde kurduğu dergahta, Aşık ile Maşuk olarak anılan Mevlana ile Şems'in karşısında buluvermiş kendini. Mevlana bizim şaşkın şaşkın aşkı anlamaya aşkı anlatmaya çalışan bu avare yolcuyu görünce yetişmiş imdadına. Aşkı anlatmış bir kaç cümle ile hem avareye hem de cümle aleme. " Yayık içinde dövülen ayran gibidir AŞK. Bir döveni birde dövüleni olur. Dövüle dövüle içindeki öz çıkar. Ayranın içindeki yağ  misali." Bizim avare yolcu bir vakitler dövülen ayran olduğunun idraki ile özüne vardığını anlamış. İki iken bir. Aşık iken Maşuk, Şirin iken Ferhat,  Leyla iken Mecnun , Aslı iken Kerem olmuş. Bazen dağlarda, bazen çöllerde, bazen yanan ateşle kül olup yanmış. Her aşkın  döveni de dövüleni de  ermiş muradına eh o zaman bizde çıkalım kerevetine. Daldan üç elma düşmüş biri bana, biri sana, biri AŞK yolunda adımlayan her bir nokta yolcusuna...

Günay AKBAYIN YİĞİT

27.11.2023


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİYAH BEYAZ BİR FOTOGRAF KARESİ

ÜSKÜDAR'A GİDERİKEN...

CEMRELER DÜŞMEDEN ÖNCE...