SUSLU PUSLU HAVALAR...
Kapalı havalar ruhuma kasvet ekler canımı sıkar nedense. Ruhum ışığa hasret demek ki. Geçmiş yaşamımız var mıdır acaba? Diye sorguluyorum bazen. Bu geçmiş yaşam düşüncesine İtalya'nın Sardinya adasına gittiğim de takmıştım kafayı bana gelen hisler sebebi ile. Ne oluyor? Neler oluyordu? Deniz, güneş, kum, makarna, pizza, sevdiklerimle birlikte tatil yapmak, sınırların dışına çıkmak, dalgaların sesi, sularla çevrili yalnızlık ve bir adaya düşersen yanına alacağın üç şey söylencesi adına çıktığım bu yolculuk heyecan katmıştı tekdüze hayatıma. Ada bizleri karşılarken dolambaçlı yollardan geçirip, zifiri karanlık ve inanılmaz bir sessizliği eşlikçimiz yapmıştı. Karanlık bir gecede sessizlik içinde yol alınmaz gibi görünse de sonlanmıştı nihayet. Bilmediğimiz bir dilde konuşuyordu konaklayacağımız otelin sorumlusu. Otel odasına vardığımda korku ile karışık bir yorgunluk anlam veremediğim bir esaret duygusu kapladı her bir hücremi, ardından gelen günler bu esareti daha çok pekiştirdi. Bu adada tutsak olan bir esir gibi bir kaçış hikayesi kurgularken yakalıyordum nedeni hakkında hiç bir fikrim olmadan kendimi. Ablamla da paylaşmıştım bu hissimi. O günlerde yazdığım sabah sayfalarında da gezindi kelimelerim aracılığı ile bu esaret duygusu. Yoksa atalarımdan birileri esir düştü de bu topraklardan mı geçmişti? Onlara ait kayıtlar mı taşınmıştı genlerimle? DNA'mda kayıtlı bir bilgi mi beni dürtüyordu? Yada geçmişimde bu topraklar üzerin de hapsolmuş bir tutsak mıydım acaba? Hepsi ama hepsi gerçekliğimin ötesinden ses eden bir hissiyatın ürünü ve ardı arkası bilinmez adanın deniz kokan havasından ibaretti sadece. Ciddi bir araştırma gerektiriyordu hissiyatımın altını doldurmak. Eşsem altını, derinde çok derinlerde bir yerlerde saklı bir iz, saklı bir giz bulacaktım sanki. Kapanmayan yaralar deşilir se, o esaret, o kaçış yolunda olanlar gün yüzüne çıkabilir miydi? Belki de çıkardı. O gün bugün değil deyip yaşadığım hissiyatla birlikte ayrılmayı seçmiştim gizem dolu esaret kokan o adadan. Geçmiş geçmişte yaşanmıştı ve geçmiş geçmişte kalmalıydı düşüncesini kendime sığınak yaparak korumuştum kendimi, Etrafı koca bir mavilik ve ufuk çizgisi görünmeyen, bilinmezliğin dalga dalga yayılan ve kıyıya vuran sesleri duyuluyordu ardımda. Deşilmesi gerekeni valizime koyup taşımıştım dört tarafı dağlarla çevrili bu şehre. Taşısam ne olur bak çıktı konulduğu yerden. Tutsaklığın, esaretin, özgürlük yolunda kendini sulara bırakan bir firarinin kaçışının tanığı sarp kayalar mı tanıklık ediyordu o adada olanlara. Ada ile kendimi bir tutup bembeyaz köpüklü sular içinde yalnızlıktan kaçışın hikayesinin senaryosunu ben çiziyor olabilir miydim? İçselimde yaşadığım hisler ve ardından gelen her bir sorunun cevabı sonsuz olasılıklar evreninde gizli olsa da çözülmek için bir yumak iplik gibi bekliyorlardı zamanını. Parmaklarım kalemi tutarken kalbim pırpır atıyordu heyecanla. Hangi amaç uğruna savaşırken esir düşmüş yada düşürülmüştü bu adada esir yaşayanlar? Ada ve yalnızlık. Deniz ve uçsuz bucaksız bir mavilik. Kaçış ve özgürlük. Yakalanmak ve demirden prangalar. Korkmak ve esaret. Cesaret ve sağlamca yere basmalar. Deniz ve ufuk çizgisi. Görmek, kara ve toprak. Umudu bir adada mahkum bırakıp ta gerisin geri dönmek te neyin nesi. O el, o yürek, o parmaklar, o bilinmez, o tarif edilemez duygular da neyin nesi. Ah Sardinya adası beni nerden nerelere taşıdın yine gecenin zifiri karanlığında. Adımı değiştirip firari yolcu yapasım geldi bu gece vakti. Bu satırları okuyan "Bu avare yolcu da bu aralar az biraz kırdı kafayı." diye düşünebilirler. Aslında okuyucularıma atfettiğim bu düşünce benim kendi kırılmış yanlarımın yansımasından kaynaklı. Parmaklarım yazmalıydı esaretten kurtuluşa giden firarisinin masmavi sular içinde boğulup kalan hikayesini. Neyse gece gece kapıldım dalgalarla birlikte kıyıya vuran sesine. En iyisi mi bu duygulardan sıyrılıp döneyim içinde bulunduğum ana. An'ı yaşa, an'ı yakala diyorlar ya anı olup gezintiye çıktı sayfamda. Ayağı yerden kesik, burnu bir karış havada, sonsuz potansiyeline doğru adımlayan bu avare yolcu kelimeyi yanlış anlamış olmalı zamanlar arası yolculukta. An'ı yakalamakla anı yakalamayı bir saymışım kendimce. Neyse bir gün eski defterleri karıştırırsam bulurum Sardinya ile ilgili yazdıklarımı paylaşırım belki sizinle. Bugün bulunduğum zamana dönüp şeker tadında şekerle anılan 11 ayın sultanı Ramazan bayramını kutluyor bütün İslam alemi. İçinde bulunduğum ayın gereklerini yerine getirmesem de nasibimi şeker tadında dokuz güne çıkarılan tatille alıyorum. Allah biliyor ya içinde bulunduğum ruh halinden kaynaklı evde durmak işime gelmiyor hele birde hava kapalı olunca bende kelimelere sığınıyorum hemen. Yolculuk yapmak adına oturtuyorum kendimi sofranın başına. Kapalıyım gökyüzü gibi havamda değilim yani. Bulutlar dayanamayıp salıyorlar biriktirdiklerini, rüzgar eşlik ediyor bulutlardan akana dağıtıyor her birini sağa ve sola. Bulutlara ev sahipliği yapan gökyüzü oldukça puslu. Toprak ana bayramlık şekerini alan çocuklar gibi mutlu. Çocukların yaptığını yapıp gökyüzünden kaptığını bağrında sakladığı heybesine atıyor. Bende gözyaşlarımı akıtsam bulutlar gibi, biriktirdiklerimi biri rüzgar olup dağıtır mı sağa sola? Toprak ananın yağmuru bağrına basması gibi biri ana olup kaptığı gibi bağrına basar mı acaba? Ada ve yalnızlık, esaret ve kaçış. Deniz ve özgürlük. Bulut ve rüzgar. Yağmur ve gözyaşı. Toprak ve ana. Suslu , puslu bir hava.
31 Mart 2025
Günay AKBAYIN YİĞİT
Yorumlar