PANDORA:" TANRILARIN ARMAĞANI"


Bugün kelimelerle yolculuğuma, Pandora'nın efsanesini sizlerle paylaşarak başlamak istiyorum.

“Pandora da nereden çıktı şimdi?” diyebilirsiniz bana.
Öncelikle gelin, bu efsaneyi birlikte okuyalım. Sonra kelimelerle yolculuğumdaki yerini de anlatırım sizlere.

Pandora’nın Kutusu

Antik Yunan efsanelerinde geçen ve içinde kötülüklerin bulunduğuna inanılan sihirli bir kutudur.
Efsaneye göre, Prometheus Tanrı Zeus’tan gizlice ateşi çalmış ve insanlığa vermiştir. Bu duruma çok öfkelenen Zeus, Prometheus’u o zamanlar kimsenin yaşamadığı Kafkas Dağları’nda zincire vurur. Yanına da bir kartal bırakır. Bu kartal her gün Prometheus’un ciğerini yer, her seferinde ciğeri yeniden oluşur. Bu şekilde Prometheus’a işkence edilir. Nihayetinde Herkül tarafından kurtarılır. Zeus buna bir şey demez; ancak zincir halkalarının Prometheus’un ayağında kalmasını sağlar. Böylece Prometheus sonsuza dek cezalandırılmış olur.

Zeus, insanlardan da intikam almak ister. Bu yüzden Hephaistos’a emir vererek balçıktan bir kadın yaratmasını ister. Böylece Pandora doğar. Pandora, Antik Yunan’da yaratılan ilk kadın olarak kabul edilir (tıpkı Havva gibi). Zeus, tanrıçalar kadar güzel olan Pandora’yı, Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a bir kutuyla birlikte gönderir. Kapıyı çalan Pandora’nın güzelliğinden etkilenen Epimetheus, onu evine alır ve ertesi gün onunla evlenir.

Söz konusu kutuyu açmasını Pandora’nın kulağına fısıldayan ise Zeus’tur. Artık insanlıktan intikam alma zamanı gelmiştir.
Kutuyu açan Pandora, dünyaya tüm kötülükleri salıverir. Böylece acı, keder, kıskançlık, öfke gibi duygular insanlıkla tanışır.

Bazen tesadüf sandığımız şeyler aslında tevafuktur.
Benim o vakitler “tesadüf” diye algıladığım şeyler, bugün “tevafuk” diye anlam yüklediğim olaylara dönüştü.
Bilge kadınlar ve erkekler, sözleriyle hayatıma dokunuyordu. Aziz Rita gibi, kutsallığımı bulma adına bedenimi öldürerek, duaların gücüyle şüpheye düştüğüm içsel gücümü yeniden bulmaya çalıştığım zamanlardı.
Sıcak, soğuk, yağmur, çamur demeden,  Hızır ve Munzur  bu "öldürülme" haline tanıklık ediyorlardı. Aşıklar diyarında...

İlk önce bir deste kart,
Sonra Noktaya Yolculuk.
Munzur'la akan sularda,
Gül kokusu yayılıyordu,
Aşıklar diyarında.

Bir an, bir nokta.
Bir nokta, bir kadın.

Derken Tuna Nehri’nden adını almış bir adam ve yareni Deniz.
Munzur'un kıyısında,
Kutsallık adına vazgeçilen haz, öldürülen beden.
Aziz Rita gibi ben de dua etmenin gücüyle mucizevi olaylara tanıklık ediyordum.
"Ben mucizeviyim." dedirten olaylar zinciri...
Dualarım artık kendi olasılıklarımı yaratıyordu.

Bilge kadın Saba Deniz Uzun sayesinde ilk kez hislerimi tanıyordum.
Olumlu, olumsuz... 
Beni ben yapan her hissi dönüştürmenin yolunu öğretiyordu, arayışta olan benle birlikte her bir kadına.

İç sesim şöyle diyordu:
"Her bir duygunu yaz ve sakla. Bir gün biri sorarsa hislerini aç; içinde hem iyiyi hem kötüyü barındırsa da, bir köşesinde hep umut olsun."

Bir gece oturdum, elimde kâğıt kalem...
Her duyguyu yazıp yazıp attım, 
"Kırk yıl hatırı olan dostlarla içilen kahve kutusuna.”
Adını da Pandora koydum.

Pandora: “Tanrıların Armağanı”
Güzellik abidesi, ilk kadın.
Baştan çıkarıcı.
Hislerimiz de birer Pandora değil mi aslında?

Kapılıp gitmemize,
Savrulup yok olmamıza,
İnsanlıktan çıkmamıza,
Mutsuzluğun yayılmasına vesile olmuyor mu sizce de?

Prometheus, sen neler yaptın öyle?
Tanrı Zeus’un ateşini çalmak da neyin nesi?
Bak, tutsak ettin kendinle birlikte her birimizi.

Sen zincirlerin esiri,
Ben duyguların...

Sen Kafkas Dağları’nda,
Ben Munzur’da...
Kurda kuşa yem ettik ciğerimizi.

Bilge kadınlar olmasaydı...
Kim kurtarırdı bizi?
İntikam uğruna da olsa kim yaratırdı tanrı armağanı kadını?
Kim baştan çıkarır, 
Kimin kulağına fısıldanırdı kötülük,
Pandora olmasaydı nasıl saklanırdı umut...


Günay AKBAYIN YİĞİT

17.05.2025




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİYAH BEYAZ BİR FOTOGRAF KARESİ

ÜSKÜDAR'A GİDERİKEN...

CEMRELER DÜŞMEDEN ÖNCE...