YOLUN YARISINDA :SAYILARLA YOLCULUK...

Bugün kendi üzerimde dört işlemle bağ kurmak istiyorum. Bir avare, yürüdüğü yolda; artar, eksilir, çarpılır, bölünür… Yaşam denilen oyun alanında neye dönüşür insan? Merakla kelimelerle oyunuma başlıyorum. Evrenin bir matematiği varsa, benim de vardır elbet diyerek rakamlarla kelimeleri buluşturuyorum sayfamda.

Birkaç yıl öncesine kadar yaşım sorulduğunda, yolun yarısı olarak anılan “35”te zamanı durdurmuş; üstüne bir buçuk ekleyerek “35.5” diyordum. Hangi duygu beni buna itmişti bilmiyordum ama, sonradan anladım ki sayılarla bağ kurduğumda ortaya başka bir anlam çıkıyormuş.

Üç; can, nur, sır…
Beş; özgürlük…
Üç ile beşi yan yana getirdiğimde; içten dışa, özgürlüğe açılan bir kapının aralandığını fark ettim.

Yaş otuz beş…
Dıştan içe değil, içten dışa başlanan yolculuğun sayısı. O zamanlar farkında değildim belki ama sayılarla kurduğum sistemli birliktelik, kelimelerde kendini gösteriyordu. O’ndan habersiz, kendimi sayılarla anlatıyordum dünyaya.

“Sen cansın, sen nursun, sen sırsın, sen benden bir parçasın” diyen üç…
Ben, sen, O — yani biz…

Cahit Sıtkı Tarancı’nın unutulmaz şiiriyle zihinlere kazınan o yaşa gelince, ister istemez insan durup düşünür:

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün...

Yıllarca bu dizelerin yüküyle sarıldı bilincim. 35'ime geldiğimde, geride bıraktığım yılların yasını tutmam gerektiğini fısıldadı bilinçaltım. Cahit Sıtkı, ömrün ilk ve son yarısını o kadar net ifade etmişti ki, yıllarca o yaşta kalmak istedim. “Yaşınız kaç?” sorusuna cevabım hep kaçamak oldu: “Kaç gösteriyorum?”

Yıllarca döngüleri kıramamışım meğer. Şimdi anlıyorum, bu üçle beş arasında savrulmalarım kendime zaman tanımammış aslında.

İlerlemek korkutucudur.
İnsan, "Yaşı yetmiş işi bitmiş" sözünü duymak istemez.
Hayat bir yarış gibi yaşandığında, kimse bitiş çizgisini görmek istemez.

Ama fark ettim ki, zamanı durdurma arzusu bile bir oyunun parçasıymış. Ve bu oyunu iyi oynamışım zamanında.

Bugün, “Yaş otuz beş, yolun yarısı” şiirini yeniden okuyorum.
Dizelerin içindeki o gizli anlamı şimdi kavrıyorum.
Ölüm bir son değil, dönüşümün başlangıcıymış.
Değişimle birlikte gelen berraklık, yeni bir başlangıç demekmiş.

“Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında…”

Yıllarca şiiri şiir gibi okuyamamışım.
Bugün ise her bir dizede yeni bir anlam buluyorum.
Kırılacak iki döngüm kaldı… biliyorum.

Kırmak mühimdir.
Ceviz mi kırıyorsun?
Hayır, döngü kırıyorsun!

Don Miguel Ruiz, "Olanı görme becerisi" diye tanımlar farkındalığı.
Ceviz gibi döngülerimiz var:
Kimi çıtkırıldım, kimi taş gibi sert.
Kimi kolayca kırılır, kimi elini bile yaralar.

Evrenin matematiği varsa, yaşların da vardır elbet.
Cahit Sıtkı 35’i gündeme taşıdıysa, bu avare de 35.5 ile yoluna devam eder.

Pirim der ki:
“Kırılan her döngü ferahlatır insanı. Ama önce daraltır, yaka paça yırttırır.”
Tıpkı Mesnevi’nin 355. beytinde anlatıldığı gibi:

“Ruh istiyorsan cübbeni yırt;
Böylece o berraklıktan baş çıkarırsın.”

Ve şimdi...
Yediden yetmişe bir yolculuk bu.
Her yedi yıl bir kapı açılır.
Yedi; kutsal bir sayı.
Yedi çakra, yedi nota, yedi kıta, yedi gün, yedi renk…
Yedi yaşında neysen, yetmişinde de osun derler.

Kırılacak döngülerimiz hurma tadında olsun.
Ve kırıldıkça ferahlayalım.

Günay AKBAYIN YİĞİT
19 Nisan 2025


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİYAH BEYAZ BİR FOTOGRAF KARESİ

ÜSKÜDAR'A GİDERİKEN...

CEMRELER DÜŞMEDEN ÖNCE...