EKMEKTE SAKLI SEVGİ...


Kutsal kitap Kur'an-ı Kerim'den bir sayfa aralıyorum.

Tahrim Suresi karşılıyor beni sayfada.
Tahrim = Haram kılmak.

Benim için bir ritüeldir: Sayfalarda beni karşılayan kelimelerden kendime pay çıkarıp nasiplenmek. Yazıldıysa boş bir sayfa üzerine, kelimeler dizildiyse ardı ardına, bilirim ki bir iz bırakmak içindir gelişleri ve geçişleri. Ben de yaşamın içinde, kelimelerde ve kelimelerle iz süren bir avare yolcuyum nihayetinde.

Dağların ve suların kenarında adımlarken okuduğumu anlamaya çalışırım zaman zaman. Zaman zaman da okuduğumu pekiştirmek adına çağımızın amcasından medet umarım. Bugün de günlerden o gün. Çağımızın gereğine uyup oturuyorum bilgisayarımın başına.
Çağımızın ansiklopedisine bir selam çaktıktan sonra, bana işaret edileni iyice algılamak adına okuyorum kelimelerin derininde sakladığı manayı. Çağımızın ansiklopedisinden kaptığımı ben de pay edeyim, beni okuyan sizlere:

66. Tahrim Suresi:
Tahrim Suresi, Kur’an’ın 66. suresidir ve bu sure 12 ayetten oluşur. Medine’de indirildiğine inanılmaktadır. Sure, ismini Hz. Muhammed’in bazı yiyecekleri kendisine yasaklamasını anlatan 1. ayetten alır.
Tahrim Suresi’nde, peygamberin hayatından; insanların kendilerini ve ailelerini kötülüklerden korumasının gereğinden; Allah’ın insanlara, kâfirlere ve peygamberlere hitabından ve bu hitap edilenlere verilen örneklerden bahsedilir.

Kutsal bir kitap bana sesleniyor, bilinmeyen bir zamandan iz düşüyor yaşamımın akışına.

Sor kendine ey avare yolcu, ey dağların jokeri:
Haram kılman gereken ne var hayatında?

Yediğim içtiğimden başlayarak, düşünüp hissettiğim ve davranışa çevirdiğim dahil, bir bütün olarak haram kılmam gerekenleri tespit etmek için boş bir sayfa ile yazan bir kaleme ihtiyaç duyuyorum hemen.

Alışveriş listesi hazırlar gibi hazırlıyorum listemi.
Yazarken fark ediyorum ki bazı duygular yedirip içtiriyor, duygusal boşlukları doldurmak adına.
Saba Hocam olsaydı, “Derin bir kazı yap,” derdi.
Bedenen olmasa da, aldığım bilgiyi göz ardı etmeden derin kazıya geçmek için hareketleniyorum. Sorularla başlıyorum derin kazıya. Derinden açılan kapılardan geçirip gerisin geri dönüyorum halden hale, geçişteki kendimle diyaloğa geçip duygu, düşünce ve davranışlarımın altını dolduran inanç kalıplarımla yüzleşiyorum.
İçimde uyuyan aslanı uyandırma vakti.

Bu ara ekmek yemeyi abartmak, listemin ilk sırasında yerini alıyor.
Ekmek yemeye neden sardım acaba?
Doymak için ekmek şart mı?
Ekmek bana ne ifade ediyor en derinden?
Ekmeğin eksikliğinde nasıl hissediyorum kendimi?

Ekmek ve doyum bağını kurduktan sonra deşiyorum dibini.

Doyum arıyorum, sevgi arıyorum, güven arıyormuşum meğer, yediğim ekmekte, içtiğim suda...
Bazı anlar ve bazı haller içinde insan, doyum aradığında karşılık olarak aldığını doyumla eşliyor olabilir miyim?

Doyum belki bir karın tokluğuna ele tutuşturulanda, belki de uzatılacak bir elin yerine sevgiyi hissetmek adına ele alınanda gizlidir aslında.
Annemi kaybettiğimde, babam varlığıyla köklü bir ağaç gibi sapasağlam durmuştu arkamda.
Bir yarım eksilse de öbür yarım yerli yerinde duruyordu nasılsa.
Bu hâl, sevgiyi alma, güvende hissetme duygumu besliyordu.
Ben de onun gölgesinden ayrılmadan, 25 koca yıl yasladım sırtımı kendisine.

Zamanın gelişi ve gidişine eşlik ederken birlikte yaşlanmaya başladık.
Ben babamın yaşlandığını düşünürken, aslında sadece yaş alıyormuş; benim göremediğim yerde...
Günler, aylar ve yıllar birbirini kovalarken, malum sona yaklaştırıyordu bizi içinde seyir halinde olduğumuz zaman.

Bu arada rollerimiz de değişmeye başlamıştı.
Roller değişince, zaman zaman kendimi ağaç sanıp bir dal gibi had aşıp davranışlar sergilerken buluyordum kendimi.
O köklü ağaç dimdik dururken, ben savrulup yerle yeksan kırılırken buluyordum kendimi.
Rolleri değişmek de neyin nesi?
Kendimi bir b...k sanmışım meğer.
Babam köklü, ben köksüz.
O ağaç, ben ise dal.

Yaşam bu. Arada rüzgâr da çıkar, fırtına da koparmış meğer.
Çıkan rüzgârdan, kopan fırtınadan ben ve babam farklı yerlerden nasipleniyorduk.
Çocuk olan ben, serzenişte bulunuyordum içinde geçtiğim hâlden.
Şikayet üstüne şikayet...

Yaşamı deneyimlemiş, yıllarca biriktirdikleriyle bilge bir yerden yaşamı seyreden babam ise şükür ekliyordu geçirdiği günlere.
O, gününe şükürle başlayıp minnettarlıkla veda ederken; ben güne oflamayla başlayıp puflamayla son veriyordum.
Köklü olmak ile köksüz olmak arasındaki fark bu olsa gerek.

Yaşam sanatçısı bir babam varmış ve ben bu sanatçı ruhtan bihaber yaşamışım meğer.
Babam, adımlarını sonlandırmadan sorumluluklarını başkasına devretmenin iç sıkkınlığıyla hapsolduğu o dar alanda, dış ortamın hayaliyle kısıtlı alanında adımlarken; ben ise yüklendiğim sorumluluk artışları arasında içe dönüş yolculuğumda adımlıyordum.
İkimiz, yolculuklarımızın farklı seyir tepelerinden kendimizi seyre dalarken; babam bir mahkûm edasında özgürlük yolunda volta atarken, ben dağların ve suların yarenliğinde genişleyen alanımı daraltmaya çalışarak içeriye dönüyordum yüzümü.
Adımlarımızda akışın içinde, akışımıza kendimizce duygular ekliyorduk.
Ama zaman bu, durmuyordu yerinde.

Ve malum gün gelip çattı.
Sonsuzluk yolculuğu başladı.
Adımladığı yolların sonu geldi.
Bir melek gibi kanatlandı ve önce kucakta taşındı sonra  bedeni omuzlandı sevdiklerince.
Boşluk doldurdu her yanı.
Bilgece atılan o ağır, aksak da olsa pes etmeden atılan adımların yeri doldurulamıyordu bende.
Adımlarla birlikte dayanağım, gücüm, koruyucum, sevgi kaynağım bir anda boşlukla dolmuştu.

Annem elime ekmek tutuştururdu böyle anlarda.
Ekmek beni severdi, ekmek beni korurdu, ekmek benim doyum noktam olmuştu.
Boşluk ve ekmek.
Sevgide doyumun simgesi: Ele tutuşturulan o yavan ekmek.
Yavan olduğunu sanmam da bir yanılgıdan ibaretmiş.
Sürülen tereyağı misali güven ile kaplıymış yüzü, üzerine serpiştirilen şeker kadar tatlı bir sevgiyle bezenirmiş üstü.


Derinleri kazımak böyle bir şey:
Bir define bulursunuz uzatılan elde.

Uzatılan ekmek midir?
Yoksa sevgi mi?
Atılan adım mıdır?
Yoksa korku mu?
Aranan güven midir?
Yoksa güvende hissetme mi?

Gerçekten ihtiyacım olan ne?
Ekmek mi?
El mi?
Ses mi?

Haram kılmam gereken
Sadece bir yiyecek mi?
Yoksa o yiyeceği yedirten duygu mu?

Hangi duygularımı bastırıyorum?
Hâlâ çocuk muyum?
Yoksa yetişkin mi?

Sordum her bir soruyu kendime.
Siz de sorun olmadan, derinde bir yerlerde
sakladığınız defineleri kazmaya ne dersiniz?

Kendi içinizde saklı hazineleri bulup zenginleşmek,
her birbirimizin  kendi elinde...


Günay AKBAYIN YİĞİT
12.06.2025





Yorumlar

Adsız dedi ki…
Harikaydı yine kalemine sağlık 👏🌺
BİR AVARE YOLCU dedi ki…
Çok teşekkür ederim beğenmeniz kalbimi büyütüyor ve beni onurlandırıyor. ❤️❤️❤️

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİYAH BEYAZ BİR FOTOGRAF KARESİ

ÜSKÜDAR'A GİDERİKEN...

CEMRELER DÜŞMEDEN ÖNCE...