Kayıtlar

Ekim, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

HIZIR SOKAK...

  "Ben yârimi arar iken yanımda buldum. Yârime de mavi fistan ne güzel yaraşır..." şarkısının sözlerini bir doğru bir yanlış mırıldana mırıldana Üsküdar'a vardı. Üniversiteyi kazandığı  ilk yıl ninesi babasından kendisine miras kalan on dönümlük tarlasını, torununun okuyacağı okula  ne çok uzak, ne de çok yakın olan bir semtte, iki oda bir salondan ibaret, doksan metrekarelik bir alana sahip olan evi satın almak için gözünü kırpmadan satmıştı. Torunu, gözünün nuru, Edip'i anasız babasızdı zaten birde gurbet ellerde evsiz mi kalsındı. Tarlayı oldukça iyi bir paraya satıp İstanbul'da  yıllardır yaşayan kardeş gibi bildiği amcasının oğlu Hasan'a yolladı. Hasan uzun yıllardır İstanbul'da  kaldığından, her karışını bilir ve bir çok işte çalıştığından  bir çok ahbabı vardı. İstanbul'un kurdu olmuştu deyim yerindeyse. Tüm tanışlarına haber saldı.  Kelepir bir ev bulup  bacı olarak bildiği amcakızından gelen parayla evi hemencecik kaptı. Edip'i otobüs ter...

ÜSKÜDAR'A GİDERİKEN...

"Yarım saat çay ve ihtiyaç molası" duyurusu ile birlikte Edip bindiği otobüsten bulunduğu zamana gerisin geri ışınlandı sanki. Elinin tersiyle yüzünü sildi. Büyüdüğü yerde erkekler ağlamazdı. Ne zaman ağlayacağı tutsa amcası kulaklarından tutar "Oğlummmm! Ağlama! Sana diyorum eşek gibi anırmasana!. Ağlama oğlum! Ağlama! sesi eşliğinde  kulaklarına ateş basana kadar o koca   parmakları ile  sıkıştırırdı kulak memesini. Bas bas bağırarak inletirdi yeri göğü. Ninesi " Yapma oğul, etme oğul. Hem yetim, hem öksüz.  Anasız babasız neden karışırsın  çocuğa ? Karışma hakkımı helal etmem sonra sana karışma torunuma." Amcası ninesine sert bakışlar fırlatıp azarlardı  her defasında anasını. Ağzından köpükler çıkara çıkara öfke ile ninesinin üstüne yürürken. tükürükleri etrafa saçılırdı. "Kız gibi ağlasın mı yani? Erkek bu erkek. Erkek dediğin ağlamaz. Asıl sen karışma benim işime." diye bağırtısı ile inletirdi bütün köyü. Edip amcasından çok korkardı, gölgesi ge...

13 NUMARALI KOLTUK...

Edip gördüğü rüyanın etkisiyle sarsıla sarsıla ağlıyordu. Gördüğü sadece bir rüyadan ibaret olsa da etkisinde kalmıştı. O ses ninesine aitti sanki yan odadan sesleniyordu kendisine. "Ağlama oğul bu bir rüya." Odanın kapısını bir el aralayıp sesi ile gördüğü rüya arasına bent çekmişti sanki. Ama nenesini başucunda asılı fotoğrafta bulunan meşe ağacının baktığı mezarlığa dört yıl önce  sonbaharda gömmüştü. Dile kolay dört koca yıl. Cenaze törenine köyde bulunan bir kaç yaşlı ile şehirden getirdiği hoca, birde Edip katılmıştı. Köy yerinde kimsecikler kalmamıştı. Kimisi yurt dışına, kimisi yurtiçine göç etmişlerdi. Ninesi köyde doğan bir çok çocuğun ebesiydi oysa. Doğumuna şahitlik ettiği çocuklar toplansa kocaman bir topluluk olurdu bu son yolculukta. Hakkını helal edenlerin sayısı az olunca yüreği incindi bizim Edip'in. Cenaze töreninden sonra üstüne düşen her ne varsa yapıp kilidi vurdu ninesinin binlerce kez açıp kapattığı kapıya. Kapıyı ninesinin elinden öpermiş gibi öpü...

AĞLAMA OĞUL BU BİR RÜYA...

Gecenin bir vakti gördüğü rüyanın etkisiyle yatağından fırlarken eli ile geziniyordu etrafta. Işığa ihtiyacı vardı Edip'in. Kasılmış bedenini ellerinin yordamıyla sakinleştirdikten sonra nihayet yatağından kalkmayı başardı. Korku ile karışık başucundaki cep telefonuna eli ile temas edince birden kendine geldi. Gördüğü şey gerçek değildi. Oksijen beynine ulaşamamış olmalı ki son zamanlarda sıklıkla kendini yoklayan karabasanlardan biri ile uyanmakta zorlanmıştı yine.  Elini yüzüne, oradan sakallarına götürdü. Bir miktar sıvazladı başında ki ve yüzünde ki uzamış kıllarını. Amma da dağılmıştı. Sonra elindeki telefonun ışığı ile araladı üstüne örttüğü yorganı. O kadar çok debelenmiş olmalı ki altına serdiği çarşaf, üstüne örttüğü yorgan da aynı Edip'in saçı ve sakalı gibi darmadağın görünüyordu yansıyan ışıkta. Yatağın içinde doğruldu, bir süre öylece sessizce oturdu. Hava soğuktu. Bir ürperti gezindi bedeninde. Havanın soğukluğu, gördüğü karabasanın etkisi  ve ortamın dağınıklığı...