Kayıtlar

Mayıs, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

KIRILAN MUTLULUK

Resim
  “Mutluluğunu başkasının ellerine bırakırsan, bir gün kırılacaktır. Mutluluğunu birine verirsen, götürebilir seni terk ederken. Çünkü mutluluk, yalnızca içinden doğar; Ve o, sevginin bir meyvesidir. Mutluluğundan yalnız sen sorumlusun.”                                                                                                                    Don Miguel Ruiz Gecenin koynundayım. Kırılan bir mutluluğu tarif etmek isterken, Parmaklarım ürkekçe geri çekiliyor. Başım, küçük bir kız çocuğu gibi ağlayacak bir omuz arıyor. Kıran da, Kırılan da, Ben olabilir miyim? Yüzüm Güneş'e dönük, Ama geceden Ay düşmüş üstüme. Gün çoktan sona ermiş,...

PANDORA:" TANRILARIN ARMAĞANI"

Resim
Bugün kelimelerle yolculuğuma, Pandora'nın efsanesini sizlerle paylaşarak başlamak istiyorum. “Pandora da nereden çıktı şimdi?” diyebilirsiniz bana. Öncelikle gelin, bu efsaneyi birlikte okuyalım. Sonra kelimelerle yolculuğumdaki yerini de anlatırım sizlere. Pandora’nın Kutusu Antik Yunan efsanelerinde geçen ve içinde kötülüklerin bulunduğuna inanılan sihirli bir kutudur. Efsaneye göre, Prometheus Tanrı Zeus’tan gizlice ateşi çalmış ve insanlığa vermiştir. Bu duruma çok öfkelenen Zeus, Prometheus’u o zamanlar kimsenin yaşamadığı Kafkas Dağları’nda zincire vurur. Yanına da bir kartal bırakır. Bu kartal her gün Prometheus’un ciğerini yer, her seferinde ciğeri yeniden oluşur. Bu şekilde Prometheus’a işkence edilir. Nihayetinde Herkül tarafından kurtarılır. Zeus buna bir şey demez; ancak zincir halkalarının Prometheus’un ayağında kalmasını sağlar. Böylece Prometheus sonsuza dek cezalandırılmış olur. Zeus, insanlardan da intikam almak ister. Bu yüzden Hephaistos’a emir vererek balçıkt...

YARDIM İSTEMEK VE DÜRÜSTLÜK ARASINDA...

Kendimi var etme ve var ettiğimi görünür kılmada eksik hissediyorum.   Yardıma ihtiyacım var. Ama yardım istemeyi bir miktar gurur meselesi yaptığımı fark ettiriyor içimdeki hal. “Dürüst ol,” diye fısıldıyor kulağıma Yüce Yaradan.   Yardım almanın nesi kötü?   Ben de şimdi söylüyorum: Yardım istiyorum.   Yardım eli uzatan kim? Bunu ayırt etmeye çalışırken karışıyor biraz kafam.   Dürüst olmanın nasıl hissettirdiğini…   Ne zaman ve nasıl dürüst olunması gerektiğini…   Günlük hayatımda dürüstçe yaşamayı…   Yaratıcının dürüstlük perspektifini…   Ve dürüstlüğün mümkün ve güvenli olduğunu...   Tüm varoluşumla bilmek istiyorum.   Gururum kırılıyor — ve bu kez bu kırılmayı kabul ediyorum.   Yardımı da… dürüstçe. Günay AKBAYIN YİĞİT 16.05.2025 -

YOKLUGUNA YASLANDIM...

Anneler günü anneleri anmak ve onurlandırmak adına kutlanan özel bir gün. Dünyanın farklı yerlerinde farklı zamanlarda kutlandığını biliyorsam da böyle bir gün nereden çıktı neden kutlanmalı diye içten içe hüzün altında saklı kızgınlıkla birlikte aralıyorum sayfayı.    Anneler günü geleneği, Antik Yunanların Yunan mitolojisindeki pek çok tanrı ve tanrıçanın annesi olan  Rhea   onuruna verdikleri yıllık ilkbahar festivali kutlamalarıyla başladığını, Antik Romalılar da ilkbahar festivallerini İsa'nın doğumundan 250 yıl öncesinden ana tanrıça  Kibele   onuruna kutladıklarını bilgisine eriştikten sonra  ABD'de  Anna Jarvis 'in kaybettiği kendi annesi için 1908 yılında başlattığı anma günü, ardından  1914 yılında Kongre'nin onayıyla  Amerika Birleşik Devletleri    çapında genişlediğini ülkemizde ise 1955 yılından itibaren kutlandığını öğrenmiş bulunuyorum. Allah biliyor ya anamı kaybettiğim o günden sonra  anıldığı her gün içim...

YOLUN YARISINDA :SAYILARLA YOLCULUK...

Bugün kendi üzerimde dört işlemle bağ kurmak istiyorum. Bir avare, yürüdüğü yolda; artar, eksilir, çarpılır, bölünür… Yaşam denilen oyun alanında neye dönüşür insan? Merakla kelimelerle oyunuma başlıyorum. Evrenin bir matematiği varsa, benim de vardır elbet diyerek rakamlarla kelimeleri buluşturuyorum sayfamda. Birkaç yıl öncesine kadar yaşım sorulduğunda, yolun yarısı olarak anılan “35”te zamanı durdurmuş; üstüne bir buçuk ekleyerek “35.5” diyordum. Hangi duygu beni buna itmişti bilmiyordum ama, sonradan anladım ki sayılarla bağ kurduğumda ortaya başka bir anlam çıkıyormuş. Üç; can, nur, sır… Beş; özgürlük… Üç ile beşi yan yana getirdiğimde; içten dışa, özgürlüğe açılan bir kapının aralandığını fark ettim. Yaş otuz beş… Dıştan içe değil, içten dışa başlanan yolculuğun sayısı. O zamanlar farkında değildim belki ama sayılarla kurduğum sistemli birliktelik, kelimelerde kendini gösteriyordu. O’ndan habersiz, kendimi sayılarla anlatıyordum dünyaya. “Sen cansın, sen nursun, sen sırs...

GURURUN RENGİ TURKUAZ MI?

“Boşuna dememişler: Bak dalgana, dalgan büyüsün.” Yine aş pişen mutfakta toplandık dostlarla. Sallanan ve sarsılan gurur konuşulacak muhabbet sofrasında. Garip bir sessizlik hâkim. Konu komşu son zamanların gözde dizilerinden birine kaptırmış olmalı kendini. Kalkıp bir göz atsam mı? derken... Mutfak giderinden geçen suyun sesine, yan binanın müdavimi olan ve arada bizim girişe de uğrayan turuncu tüylü köpeğin sesi ekleniyor. Sessizlik bozuluyor. Komşular evde belli. Masadan kalkıp sihirli iksirimi hazırlamak için ocağın düğmesini ateşliyorum. Mavimsi bir renkle alev alan gaz, kıvrıla kıvrıla çaydanlığı ısıtmaya başlıyor. Bütün gazlar yandığında böyle mavimsi mi olur acaba? Oda arkadaşım olsa "her b… da bilmek zorunda değilim" deyip geçerdi. Haklı olabilir. Tayinle buraya geleli çok olmadı. Kararlı duruşu ve yaydığı enerjiyle oda arkadaşımı gizli bir hayranlıkla izliyorum. Yaş farkımız olmasa sohbet edip derinleşebilirdik belki. Ama yollarımız, yaşlarımız, takıldığımız meselel...

KÜL VE ŞİİR, AYAKKABI VE YALNIZLIK...

On üç on dört yaşlarında, ya varım ya yokum. Çatı arasında geziniyorum, kutular arasında. Annem, evde fazlalık gördüğü her şeyi sınıflandırırcasına karton ve telis torbalara doldurup buraya istiflemiş. Evde kimse yok; çatı ve içindekilerle baş başayım. İlk olarak telis torbalara göz atıyorum. İçlerinde fazlalık ayakkabılar, soba boruları, kullanılmayan tencereler, bakır kap kacaklar var. Bir köşede dut toplamak için kullanılan büyükçe bir örtü, katlanmış halde duruyor. Karton kutuların bazıları yeni, bazıları beklemekten sararmış. Eski ayakkabıların olduğu torbayı aralıyorum. Birkaç denemeden sonra vazgeçiyorum; zaten ayağıma olacak gibi değiller. Annem, "lazım olur" diye saklamış olmalı yıllarca. Ama artık her biri formunu kaybetmiş, yazın sıcağıyla, kışın soğuğuyla şekilsiz hale gelmiş. Ayağa bile yerleştirilemeyecek kadar pejmürde görünüyorlar gözüme. Acıyorum onlara. "Bir zamanlar birinin gözünün nuru, elinin emeğiydiniz," diyorum. Konuşmaya başlıyorum onlarla. ...